Türkiye’nin dış politika çizgisi; güvenlikten ekonomiye, tarihsel hafızadan bölgesel güç dengelerine dek pek çok dinamiğe yaslanmaktadır. Bu çok katmanlı yapı içinde Kıbrıs’a olan stratejik bağlılık ve Türk Cumhuriyetleriyle kurulan ilişkiler, yalnızca bölgesel değil, küresel anlamda da önemli bir derinlik kazanmaktadır. Ancak son dönemlerde artan dış müdahaleler ve diplomatik yön değiştirme çabaları, Türkiye’nin bu çok boyutlu dış politikasını hedef tahtasına oturtmaktadır. Bu çerçevede Kıbrıs meselesi ve Türk dünyasıyla sürdürülen temaslar, uluslararası zeminde oynanan büyük strateji oyunlarında öne çıkan ana hamleler hâline gelmiştir.
KKTC’NİN KURULUŞU VE
ULUSLARARASI TANINMA SORUNU
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, 15 Kasım 1983’te rahmetli Rauf Denktaş’ın öncülüğünde ilan edilerek Kıbrıs Türk halkının kendi siyasi iradesini ortaya koyduğu bir dönüm noktası olmuştur. Ancak bugüne kadar yalnızca Türkiye tarafından resmen tanınması, Kıbrıslı Türklerin uzun yıllar boyunca diplomatik dışlanma ve ağır yaptırımlarla yüzleşmesine neden olmuştur.
Günümüzde özellikle dikkat çeken bir diğer unsur ise, Türk Cumhuriyetlerinin KKTC’ye karşı mesafeli duruşlarıdır. Özbekistan, Kazakistan, Türkmenistan ve Kırgızistan Tacikistan gibi ülkelerin KKTC’yi hâlâ tanımamış olması ve bunun yanında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne büyükelçiler atamaları, kamuoyunda kırgınlık ve eleştirilere yol açmaktadır.
Avrupa Birliği ile Sessiz Uyum: Türk Devletlerinin Tutumu
Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Tacikistan'ın Avrupa Birliği ile imzaladığı 12 milyar avroluk iş birliği mutabakatı, dikkat çeken bir gelişme olmuştur. Anlaşmada, BM’nin 541 ve 550 sayılı kararlarına doğrudan gönderme yapılarak Güney Kıbrıs’ın “tek meşru hükümet” olarak tanımlanması, KKTC’nin dışlanmasına yönelik örtülü bir ortak duruşun ifadesi olarak değerlendirilmektedir.
ANKARA’NIN DERİN DİPLOMASİ TERCİHİ
Türkiye, bu gelişmeler karşısında açık bir restleşme yoluna gitmektense, meseleyi daha çok diplomatik zeminlerde ele almayı tercih etmektedir. Diplomatik kaynaklara göre, bu durum “aile içi bir mesele” olarak görülmekte ve ilişkilerin zarar görmemesi adına perde arkasında çözüm arayışları sürdürülmektedir. Bu çerçevede Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2024 başında planlanan Özbekistan ziyaretinin ertelenmesi, Ankara’nın diplomasi diliyle verdiği sessiz ama güçlü bir mesaj olarak yorumlanabilir.
Bu noktada yalnızca Türkmenistan’ın mutabakat metnindeki “Kıbrıs” ifadesine çekince koyarak tarafsız duruşunu sürdürmesi, dikkat çeken bir istisna olarak öne çıkmaktadır.
KIBRIS’IN JEOPOLİTİK ÖNEMİ
Doğu Akdeniz’in merkezinde konumlanan Kıbrıs, enerji güzergâhları, doğalgaz rezervleri ve askeri önemiyle yalnızca Türkiye’nin değil, aynı zamanda ABD, Avrupa Birliği ve İsrail gibi küresel güçlerin de odağındadır. Türkiye, bu tabloda hem kendi ulusal çıkarlarını hem de KKTC’nin uluslararası alandaki meşruiyetini ve güvenliğini koruma sorumluluğunu üstlenmektedir.
KİMLİK ÜZERİNDEN YÜRÜTÜLEN KÜLTÜREL POLİTİKALAR
Kıbrıs’ta verilen mücadele yalnızca enerji ve toprak odaklı değildir; aynı zamanda kültürel ve toplumsal yapıya dair hassasiyetler de hedef alınmaktadır. Başörtüsü gibi semboller üzerinden yürütülen tartışmalar, toplumsal dokuyu değiştirmeye yönelik kültürel müdahaleler olarak okunabilir. Bu tür girişimler, Türkiye ile KKTC arasındaki kültürel ve ideolojik bağı zayıflatmayı amaçlayan örtülü stratejilerin parçası olarak değerlendirilebilir.
TÜRK DÜNYASI AÇISINDAN BİRLİK TESTİ
Türkiye ile Orta Asya Türk Cumhuriyetleri arasında derin tarihsel ve kültürel bağlar bulunmaktadır. Ancak KKTC konusunda sergilenen temkinli yaklaşım, bu birliktelik idealini ciddi bir sınamaya sokmaktadır. Her ne kadar bu ülkelerden Türkiye’yi “işgalci” olarak tanımlayan bir resmi belge ortaya konmasa da, atılan bazı diplomatik adımların bu tür algılara zemin hazırlaması endişe uyandırmaktadır. Bu noktada, doğrudan tanıma gerçekleşmese bile, Kıbrıslı Türklere yalnız olmadıklarını hissettirecek sembolik ve siyasal dayanışma mesajları dahi kıymetlidir.
ORTAK HAFIZA, ORTAK GELECEK
Kıbrıs meselesi sadece enerji ve toprakla sınırlı bir konu değil; aynı zamanda Türk dünyasının kolektif hafızasını ve ortak geleceğini şekillendiren bir sınavdır. Bu süreç, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki varlığını sürdürme kararlılığını ortaya koyarken, Türk devletleri arasındaki stratejik uyumun da belirleyici bir testi niteliğindedir.
Jeopolitik satranç tahtasında yapılacak her hamle, yalnızca bugünün değil, yarının da kaderini tayin edecektir. Türkiye’nin bu oyundaki kararlılığı, hem kendi ulusal çıkarlarını hem de Türk dünyasının dayanışma ruhunu ve ortak vizyonunu yönlendirme kudretine sahiptir.