Dünyanın her yerinde, milletlerin geleceğini şekillendiren en önemli ve en onurlu meslek olarak kabul edilen öğretmenin sözlük anlamı öğretme işini görev edinen, insanlara bilgi veren öğretmeyle görevli kişidir.
Ülkemizde, özellikle şimdi çok daha fazla ihtiyacımız olan "üretim içinde eğitim" temeline dayanan, Ürettikleriyle hem kendi gereksinimlerini karşılıyorlar hem de bir ölçüde gelir sağlayarak okulun harcamalarını karşılıyorlardı. Çocukların hem de o toplumun içinde, üretime ve eğitim amaçlı uygulamaları idealistçe yağacak eli öpülesi çok öğretmenimiz var.
Tıpkı eskiden olduğu gibi, tıpkı Köy Enstitülerinde gördüğümüz gibi!
Öğrenciler işi üretirken eğitim de görüyordu. Ürettikleriyle hem kendi gereksinimlerini karşılıyorlar hem de bir ölçüde gelir sağlayarak okulun harcamalarını karşılıyorlardı. Öğrenciler büyük ölçüde kendi eğitim binalarını kendileri yaptı. Enstitünün gereksinimi sebzeyi, meyveyi, hayvanları kendileri yetiştirdi. Ta ki 1950 yılında Demokrat Partinin iktidar olmasıyla Köy Enstitüleri kapatıldı, bu okulların yerine daha çok İmam Hatip okulları açıldı. Ülkesinde yetişen pek çok meyvenin, sebzenin ne adını ne tadını bilen bir sürü çocuk iktidarların lehine yazılan müfredatları eberlemek için okullara gitmeye başladı…
Aşağıdaki çykü ise buna tam ters bir örnek durum sergiliyor. Yaşanmış bir öykü. Bu öyküde öğretileni müfredat da yazmaz, hiçbir genelge de. Bunu gönül genelgesi yazar, çocuk sevgisi yazar, vatan sevgisi yazar ancak!
Diyarbakır’ın bir dağ köyünde ilköğretimde görev yapan öğretmen Matematik dersinde;
– _Bir kasada şu kadar çilek varsa, 10 kasada kaç çilek vardır? diye öğrencilerine soruyor.
Öğrenciler: Öğretmenim çilek ne? diyorlar.
Öğretmen: İşte çocuklar çilek..._
Öğrenciler: “Biz hiç çilek yemedik” diyorlar.
Bunun üzerine öğretmen pes etmiyor, oturup _Bursa’daki tarım firmalarına toprak numunesi yolluyor_ ve soruyor; Bu toprakta çilek yetişir mi?
Bursa’daki firmalardan cevap geliyor. Evet Diyarbakır şartlarında çilek yetişir.
Hatta mektubun yanında çilek fideleri ve yetiştirme şeklini anlatan bir tarif yolluyorlar.
Öğretmen öğrencilere okuyor nasıl yetiştirileceğini, çıkarıyor bahçeye ve diyor ki:
– Bu sene size matematikten sınav yok.
Öğrenciler:
– E nasıl not alacağız öğretmenim?
Hepsine bahçeyi kazdırıp, çilekleri diktirip, can sularını verdikten sonra her birine dörder çilek fidesi verip:
–Şimdi evinize gideceksiniz, anne babanıza ben size nasıl öğrettiysem sizde onlara öyle öğreteceksiniz.
Çocuklar gidiyorlar evlerine hepsi anlatıyorlar. Çilekleri dikiyorlar.
Öğretmen diyor ki:
- Çilek mevsimi gelince getireceksiniz tabakta on tane çileğe bir not alacaksınız.
Çocuklar tabaklarla getiriyorlar. Çilekleri sayıyor öğretmen, çilekleri eksik olanlara da tam not veriyor ve sonra diyor ki:
– Çocuklar nasılmış tadı?
Öğrenciler:
- Valla ucunda not vardı diye yiyemedik...
Öğretmen diyor ki:
– Hadi bakalım yiyin..._
Çocuklar ağızlarına burunlarına bulaştıra bulaştıra_ çilekleri yiyorlar.
Aradan iki yıl geçtikten sonra çilek girmemiş o köyün halkı şu anda Diyarbakır’ın pazarında çilek satıyorlar.
Şimdi düşünüyorum da; öğretmen olmak bu işte...
Tahtada sadece müfredat anlatmak değil…
Bulunduğunuz yere, ortama ve ülkemize bir şeyler katmak…
.
Ne geride kalacağız, ne yolda duracağız.
Daima koşacağız, yolda kalmayacağız.
Şimdi önünüzde iki seçenek var...
Ya tarih yazacağız ya da tarih olacağız...
KARAR senin be güzel Kardeşim... “
(Bu öykü için Sayın Sani Erol’a teşekkürlerimle)