Peki, size şimdi Galdirik ya da Sakarca desem aklınıza ne gelir?
Nerden aklıma geldiyse bugün canım ‘Galdirik Kayganası’ çekti.
Nerden geldi demeyin, bir karadeniz seyahatimde arkadaşlar yöresel yemek diye yedirmişti. Müthiş güzel tadı vardı ve hala damağımda…
Aslında her bölgenin kendi kültürel mirasıyla doğan mutfak kültürü, insanoğlunu birbirinden farkı lezzetlerle karşılaştırıyor. Bizde böyle tanıştık ‘Galdirik Kayganası’ ve Sakarca ile…
Sözümüz yemekten açılmışken biraz mutfak kültürümüzden bahsedelim.
Tüm dünyada çok katmanlı kültürel bir zenginliğe sahip olan mutfak kültürü, tarih boyunca hayat bulduğu coğrafyaların renklerini yaşamımıza taşıdı. Kuşkusuz bu renklerin başında doğanın insanlığa sunduğu bitkiler ve otlar da yer alıyor.
Tarih boyunca yaşadıkları coğrafya ve bu coğrafyaya sunduğu malzemeleriyle Türk Mutfağı da; baharatları, tahılları, zeytinyağlıları ve birbirinden farklı otları ile tüm dünyanın beğenisini kazanıyor. Ve Türk Mutfak kültüründe her bölgenin farklı bir rengi ve ahengiyle yemekler pişirilmeye devam ediyor. Bölgenin doğal koşullarında yetişen otların ve sebzelerden oluşan bu lezzet şölen ise Karadeniz’de farklı isimlerle ve tatlarla karşımıza çıkıyor.
Dağların yüksek kesimlerinde çıkan ve baharı müjdeleyen Galdirik Kayganası ile farklı lezzetler tadılabiliyor. Genellikle fındık bahçelerinde toplanan Sakarca Kayganası, C vitamini açısından zengin bir kaynak olan Karalahana, ilkbahar aylarında taze olarak tüketilen ve yüksek değerde vitaminini içinde barındıran Bezelye Kızartması ile geleneksel tatların özlemini çekenlerin beğenisini çok kazanıyor.
Aile büyüklerinden miras kalan bu geleneksel reçeteler arasında, pırasa ve Fasulye kayganasının yanı sıra Pazı Kavurması, Kara Kabak Kızartma, Gürcü Dolması, Lahana Kavurması, Fasulye Diblesi, Sakarca Mıhlaması ve Galdırık Kavurması da yer alıyor. Hepsi de inanılmaz lezzette. İnanın yedikçe insanın yemesi geliyor. Ve C vitamini açısından da çok zengin sebzeler.
Bu yazdıklarımın hepsi Karadeniz yöresinin mutfağından, Güneydoğu mutfağına girersem ağzınızın suyu akar. Onu da başka bir güne bırakalım.
Söz Karadeniz’den açılmışken Temel’den bahsetmemek olmaz;
Temel İstanbul’a ilk kez gelmiş ve Bebek koyunda methedilen sinek barı arayıp
durmuş. En sonunda sinek barı bulmuş ve içeri girmiş. İçkisini içerken kendi
kendine düşünmüş "Ya bu sinekli barın ne özelliği var herkes methetti hiç bir
özelliği yok". İhtiyaçtan tuvalete gittiğinde bir de ne görsün pisuar
altındanmış ve pırıl pırıl parlıyormus; "Demek buranın özelliği buymus..." demis.
Geri dönüp içkisini içmiş. Ertesi akşam yine gelmiş. İçkisini bitirince tuvalete
gitmiş ki altın pisuvar orada yokmuş. Kızgın bir şekilde geri dönmüş. Barmene
çatmış : "Hani buranın altın pisuvarı kardeşim bir özelliğiniz vardı o da yok
şimdi". Barmen kenarda duran iri yarı adama seslenmiş :
"Sadullah abi gel dün akşam senin saksafona işeyen adamı buldum".