Hastanedeyim!
Bir hasta yakını, öğrendiğime göre refakatçı elinde evrak şeklindeki bir kâğıtla dolaşıyor.
Ağzından çıkmasa da, ‘Allah kahretsin bu doktoru!’ diyor.
‘Neden?’ diye soruyorlar, meraklılar?
Hastası için, bilmem kaç zaman önce tomografi çekimi için gün almış, Ama yakını ‘yatak hastası!’ olduğu için, günü ve saati geldiği halde ‘Olmaz!’ demişler.
Çünkü sıra, yataklı hasta için alınmamış.
Yataklı hasta, ancak, yattığı servisteki sorumlu doktorun yeni baştan istek yapması gerekiyormuş.
Ama hasta yakınının iddiasına göre, sabahtan beri ‘taburcu edilmesini’ beklediği yakınının, ya hemen çıkışının yapılması, ya da, acil olarak ciğerlerinin tomografisinin yapılması için evrakı imzalayıp, bilgisayara girişinin yapılmasını istediği doktorun işini savsaklayıp, kendisine hakaret ettiği idi.
Çevrede dinleyenlerin bir ‘Yuh’ çekmediği kaldı.
Olur mu, bir imza için bir hasta yakını bu kadar bekletilip, çile çektirilir miydi?
Ben de sinirlendim.
Neredeyse mesai bitecekti!
İşte bu sırada doktor hanım geldi, hastaya ve yakınına ‘Kızıyorsunuz ama bu istediğiniz bizim görevimiz değildi. Buna rağmen, bu yoğunlukta birkaç görüşme yaptım ve sonunda acilde, bir saat sonra (saat 17.00) çekiminizi sağladım. Hemşireden ilacınızı alarak acil servise gidin ve gerekirse ‘Doktor ile görüşün) diyerek bizimle temas kurmalarını sağlayın. Amcanın kanser hastası olduğu için bu özel çalışmaları da yoğunlukta sağladım.
Ayrıca ben bekleyeceğim ve daha sonra çıkış işleminizi de gerçekleştireceğim’ dedi.
Olay bu!
‘Mutlu son’ gibi değil mi?
Siz öyle sanın!
Doktor bir hasta ve yakınının dileğini gün boyu sürse de gerçekleştirdiği için yanlarından ayrılırken, hasta yakını şöyle söyleniyordu:
‘Doktorun da birkaç kişinin ismini de bir kenara yazdım. Akşam eve gidince hemen CİMER’e yazıp şikayet edeceğim.
Cezalarını alsınlar da görsünler!’
Haydaa!
HAKKIMIZ AMA
Hak aramak hakkımız.
Ama şikâyetle nereye kadar?
Hep duyuyorum, ‘CİMER’e şikayet et!!’
Düşünce şu, ‘CİMER’ yanı Cumhurbaşkanlığına bağlı bu ‘Dert babası’ ya da ‘Marko Paşa’ görevini yapan CİMER isimli kuruluş bunun hesabını sağ- sol aparkurt vurarak çıkaracak…
Yok böyle şey!
CİMER görevlileri şikayeti alır, aynen o birime gönderir, ‘Böyle diyorlar, siz ne diyorsunuz?’ diyerek, hâkim gibi soru sorar ve araştırılmasını ister.
Bu kadar…
Gerekiyorsa olaya savcılık veya o birimin, devlet dairesinin görevlileri de ‘idari soruşturma’ açarlar.
Dosya yok olmaz…
Ama her şikâyet sahibinin, belki de, benim anladığım ve anlattığım bu hastane olayında olduğu gibi haklı olduğu anlamına gelmiyor.
Diyeceksiniz, ‘Bizim de başımıza geldi, doktorlar azarlıyor!’
Benim sevmediklerim, kızdıklarım, bu şikâyetçi hanım gibi elimde gelse boğacaklarım da var.
Ama vicdanının sesini duyman da şart.
ÜÇ ADIMDAN, ÜÇ GÜNDE GELEMEDİ
Ne diyor atalarımız;
‘İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır!’
Bir başka olayı, bir sade görevlinin, devlet memuru bir hastane işçisinden söz edecektim.
Tuvaletteki tıkanmış bir su giderini gidermediğini.
Daha doğrusu hemşirelerin üç dört kez haber vermesine rağmen, hala gelmesinin beklendiğini…
İnanın elinde pompa ile en fazla 15 dakikalık işi var.
‘Emme basma’ işlemini yapacak, bu kadar…
Nasıl evimizde mutfaktaki gider tıkanınca yaptığımız gibi…
Doktora mı kızarsın, çağrıldığı halde üç günde hala gelmeyen bir işçimize mi?
Yoksa ‘al birini vur diğerine’ deyip işin içinden sıyrılır mısınız?
Günün tespiti bunlar…
Bu doktor ya da çalışanlar kimin?
Bizim!...
Biz nasılsak, onlar da öyle!
‘Kah, kah, kah!’ güzel şey…
Ama iş zamanında değil…
Bu yazdıklarımı yaşayanlar, yani halkımız iyi bilir…