Hacı Süleyman Efendi, büyük bir âlimdi. Kocaman bir medresesi vardı. Pek çok talebe okutuyordu. Kardeşi Hoca İsmail Efendi’yle birlikte talebelere ders verirdi. Seyda’ya teslim olur ve manevi dersler almaya başlamıştı. İki sene içinde kâmil bir mürşit olma merhalesine kadar gelmişti. Aradan iki yıl geçtikten sonra Hazret Şeyh Muhammed Diyaeddin-i Norşin bir gün şunları söyledi; “Mele Abdurrahman’ın ailesinden, iki senedir haber alamadık. Acaba ne oldu onlara?” Aynı cümleyi gün içerisinde defalarca tekrarlamıştı. Böylesine bir merak içerisinde olan Hazret, ikindi namazından sonra Seyda Mele Abdurrahman’dan bir mektup aldı. Mektupta selam ve duadan sonra şu bilgilere yer verilmişti; “Isparta’ya gelip yerleştik. Allah, burada dine hizmet etmeyi nasip etti. Birçok sevenimiz oldu. Pek çok talebe edindik. Bunlardan bir tanesi de Hacı Süleyman Efendidir. Allah’ın izni ve Seyda’m Hazretin inayeti ile mürşit olmayı hak etmiştir. Eğer Hazret’in izni varsa Hacı Süleyman Efendi’ye vekil olma iznini vereceğim.” Hazret bu mektuba çok sevinir. Sevincini şöyle dile getirir. “Biz onu merak ederken, O ise gitmiş orada ilim, irfanla meşgul olmuş ve vekil yetiştirmiş. Ben sana çoktan izin verdim” der. Norşin’de Hazretin etrafındaki âlimlerin bazıları; “Şeyhin kendisi hayatta ise şeyhin vekili, vekillik veremez.” derler. Hazrete durumu arz ettiklerinde; “yabancı memlekette bu kadar işaret görmüş, ilme böylesine sevgi ve hizmetiyle bağlı olan âlim birisine verilir. Bu büyük hizmette bulunan Mele İbrahim’in oğluysa Allah onun eliyle verir. Zaten bundan evvel verenler de vardı” yanıtında bulundu.
Allah, sanki buraya gelecek olan Bediüzzaman hazretlerinin yapacağı hizmetlerinin hızla devam etmesi için bu aileyi daha önceden buralara kadar göndermişti. Bu yüce zatlar yöre halkını eğitmişlerdi. Özellikle İslam Köyü’nde risalelerin yazılmasındaki katkıya bakılınca önemi daha anlaşılacaktır. Bunların çoğu Şeyh Abdurrahman (k.s.) ile Şeyh Yahya (k.s.) müritleri idi.
* * *
Kış aylarında yapılan yolculuk çok zor şartlarda gerçekleşiyordu. Çile ve ızdırab dolu bu yolculuk Norşin’e varıldığında daha da çoğalırdı. Hazret’in kardeşi Şeyh Said Ruslarla yapılan savaşta şehit düşmüştü. Bu onların acısını daha da artırmıştı. Lakin Hazret bu ailenin çekmiş olduğu acıyı şu kelimelerle dile getirmişti; “Şeyh İbrahim ailesinin bu göçü ve perişanlığı bana kardeşim Şeyh Said’in şahadetinin acısını unutturdu.” Bu aile burada birkaç gün kaldıktan sonra Hazret onlara şu tavsiyede bulunmuştu; “biliyorum bizde buradan göçmek zorunda kalacağız. Siz en iyisi daha güvenli bir yer olan Diyarbakır’a amcanızın çocukları şeyh Abdulkadir ailesinin yanına gidin!” Bu tavsiyeler üzerine şeyh Abdurrahman (k.s.) aileyi alarak Diyarbakır’a doğru hareket etti. Kışı burada geçirdiler. Akrabalarından Şeyh Selim bu aileye çok iyi bir ev sahipliği yapmıştı. Burada birkaç ay kalındıktan sonra şeyh Abdurrahman (k.s.) ailesiyle birlikte bir süreliğine ikamet etmiş olduğu bu diyardan ayrılmaya niyetlendi. Yakın akrabalarına sebebini şöyle açıklar; “biz Diyarbakır’a geldik. Akrabalarımız bizi çok güzel bir şekilde karşıladılar ve ağırladılar. Fakat görüyorum ki buradaki halk bu insanlardan daha fazla bizlere rağbet göstermeye başladılar. Bizim bu akrabalarımıza böyle bir hakaret yapmaya hakkımız yoktur.”
Hakikaten Şey Abdurrahman kısa bir süre içinde burada bir nur gibi, hızla parlamaya başladı. İsmi, namı Diyarbakır’da çok hızlı bir şekilde yayıldı. Maneviyata açık insanlar, fazla rağbet göstermeye başlamışlardı. Bu aşırılık ince kalpli âlimi rahatsız etmişti. Urfa’ya göç etme kararını aldı. Şeyh Selim, ne kadar ısrar ettiyse de ikna edememişti onları. Birkaç ay daha burada kaldıktan sonra ayrıldılar.
* * *
Karaçoban’da zengin olan birkaç Ermeni tüccarlar vardı. Mağaza sahibi bir Ermeni Şeyh Abdurrahman Hazretlerine; “Mele İbrahim’in oğlunun Hacdan dönüp tekrar kendi muhitine kavuşmasının şerefine sizi davet etmek istiyorum. Ama bizim kesimlerimizi yemediğiniz için sizlere veremiyoruz. Millet aç bekleyemez. En iyisi hazır bir şeyler verelim’’ der. Kendi mağazasının içinde top top hazır bezler, çeşitli kuru yemişlerden millete, yöre halkına dağıttı. Şeyhi için gelen herkes ondan payını alıyordu. “Bu Şeyh Abdurrahman için verilen bir ziyafettir. Biliyoruz ki memleketin şerefi bu büyük insanların sayesinde vardır. Gerçek asayiş budur işte. Biz onları severiz’’ Birçok Ermeni kendi milletinden gizli olarak şeyhin yanında Müslüman olmuşlardı.
Şeyh Abdurrahman (k.s.), dünya malına asla ehemmiyet vermezdi. Yaşadıkları bölgenin ve Çoğreşi Köyü’nün kış şartları çok zor geçerdi. Bir yıl kış çok şiddetli ve epey uzun geçmişti. Köylüler çaresiz bir şekilde yanına geliyorlardı. Sıkıntılarını dile getirerek; “elimizde hiç para kalmadı, malımızda satılamıyor. Hayvanlarımıza yem, ot, saman almamız lazım. Bütün hayvanlar telef oluyor. Hepimiz çok perişanız.’’ Seyda, saman ve ot satın alıp bedava köylülere dağıtıyordu. Hayatı nice güzelliklerle, hizmetlerle geçmişti.
Miladi 1929 yılında, 54 yaşındayken vefat etmiştir. Bu olay bütün aile üstüne bir karabulut gibi çöktü. Zor günlerinde aileyi sahiplenerek, seferberlikte onlara rehberlik etmişti. Eğitime devam ettirip aileyi parçalanmışlıktan koruyan, herkesin gülmesine sevinen, ağlamasıyla ağlayıp dertlenen bu büyük zat faniden göçmüştü. Talebenin, köylünün, fakirin babası idi. Hatta gayri müslimler bile onu çok sever, saygı duyarlardı.
İrşatla İzinli Tasavvuf Talebeleri / Halifeleri;
[1]Kaynak: Şeyh Abdurrahman-i Çoğreşi (k.s.) hazretlerinin hayatına dair detaylı bilgi elde etmek isteyenler ‘‘ÇOĞREŞİ İRFAN OCAĞININ KANDİLLERİ’’ isimli eserimizden faydalanabilirler.