23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, yalnızca bir milli bayram değil, aynı zamanda insanlığın barış, eşitlik ve özgürlük ideallerini simgeleyen evrensel bir ütopyanın da ifadesidir. Kimsenin kimseye egemen olmadığı, işgalin ve savaşın olmadığı, dayanışmanın hâkim olduğu bir dünya tasavvuru, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesiyle somutlaşan siyasi felsefesinin de özünü oluşturur. Atatürk’ün siyasi düşüncesinin temelinde, egemenliğin ilahi ya da monarşik bir kaynaktan değil, doğrudan halkın iradesinden doğduğu fikri yatar. Bu anlayış, Jean-Jacques Rousseau’nun “toplum sözleşmesi” kavramıyla paralellik gösterir. Rousseau’ya göre, “bireyler özgürlüklerinin bir kısmını, ortak iradeyi temsil eden bir yapıya devrederek daha büyük bir toplumsal düzen sağlarlar”. Atatürk de en çok etkilendiği batı felsefesinin öncülerinden Rousseau’nun bireylerin egemenlik felsefeden hareketle, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni (TBMM) milletin ortak iradesinin temsil edildiği yer olarak merkezi Ankara olan yerde kurmuştur.
Atatürk’ün parlamenter demokrasiye verdiği önem, toplumsal sözleşme teorisiyle uyumlu bir şekilde, halkın kendi kaderini belirleme hakkını merkeze alan bütünlüklü bir anlayıştır. Cumhuriyeti kuran iradenin öncüsü Mustafa Kemal’in egemenlik anlayışının dayandığı felsefi temelleri ve bu anlayışın modern bir toplum inşasındaki rolünü yalnızca Türkiye değil diğer mazlum milletlerde model olmuştur.
İnsanın insan olarak yer yüzeyindeki son bilinen 10 bin küsur yıllık birlikte toplum olarak yaşmak için geliştirdiği en uygun yönetim modeli bireylerin kendi iradeleri kısmı süre ile temsilcileri üzerinden kural belirleme şeklidir. 2500 yıl önce İtalya-Roma ve Antik Yunan halk meclisleri kulmuş ve belirli sınıflara sağlayan temsiliyet Sanayi Devrimi sonrası reşit olan herkesin temsil edildiği bir konuma dönüştürmüştür. Osmanlı İmparatorluğunu kaçırdığı Sanayi Devrimi ve onun alt ve üst yapı organları Halk iradesi TBMM ve Cumhuriyet ile tamamlanarak milletin iradesinin hâkim kılındığı bir toplumsal sözleşmedir. Nihayetinde her askeri darbeler sonrası değiştirilen anayasalar şekilsel de olsa yine de toplumun oluruna sunulmuştur. En son 1981 yılında yapılan ve o dönemde açıktan olmasa da el altında dönemin askeri yönetimi tarafından herkesin onaylanmasının istendiği anayasa % 91’nın üzerinde evet, 8-9 ret oyu ile kabul edilmiş oldu.
Atatürk’ün 1920 yıların birinci Dünya savaşı ve paylaşım sürecinde topluma sunduğu parlamenter sistem hamlesiyle, Osmanlı’nın tebaa anlayışını yıkarak, yurttaşlık bilincine dayalı çağının ilerisinde muasır medeniyetler seviyesinde modern bir siyasi sistemin temellerini atması büyük bir zekâ ve stratejisidir. Egemenliğin millete ait olması, aynı zamanda bireylerin yönetime katılma hakkını da beraberinde getiriyordu.
Bundan 105 yıl önce 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılması, saltanatın ve hilafetin devreden çıkarılarak milli iradenin üstünlüğünün tesis edilmesi anlamına gelen monarşik bir ailenin babadan oğula geçen yönetim şekli yerine toplumun oy kullanarak kendi yönetimlerini belirlediği bir anlayışa geçildi. Okuma yazması çoğunlukla olmayan, mili irade nedir tam bilmeyen, dünyadaki gelişmelerden çok haberdar olmayan toplumun önüne altın tepsiden sunulan bu özgür birey, özgür toplum, Anayasal yaşam, güvence, hukuk devleti, hesap verilebilir ve sorulabilir anlayış çok önemliydi. Halen Asya’nın ve Afrika’nın bazı ülkelerinde halen bireylerin-toplumun iradesi yönetimlere yansıtılmamaktadır.
Son 100 yılda çok ciddi çekişmeler ile geçen ülkemizin siyasi yaşamı içinde 1950’li yılarda serbest seçimlere geçilmiş olması ile günümüze kadar geçen süreç, toplumun iradesine bağlı olarak oluşacak bir parlamenter yapıyı önemsediği ve bu yönde güçlü irade beyan ettiği görülmektedir. Toplumun benimsemiş oluğu ve iradesine sahip çıkmaya çalışması ayrıca bütün siyasi oluşumların geçekleri açısından da önemsenmesi gerekir. Daha iyi bir yönetim anlayışı oluşana kadar halkın bilinç ve bilgi ile çıkarsız ve beklentisiz irade niyeti önemsenmeli.