Obanın en ucunda iki çadır vardı. Biri ev biri ocaktı. Bu çadırlar Mıstık Ağa’nın çadırlarıydı. Mıstık Ağa, bu obanın, bütün öteki obaların kılıçlarını yapar, dibeklerini işler, oyar. Sazlarını, bağlamalarını, kavallarını yapar. Nakışlar vurur. Sedefler kakardı. Mıstık Ağa sekseninde bir çınar gibiydi. Elleri konuşur, ne söylerse elleri söylerdi. Bey bile onun çadırına korku ile girerdi.
Hüseyin ocak çadırının kapısını açtı, içeri girdi. Mıstık Ağa oturmuş yine körük çekiyordu. Sağına dönünce Hüseyin’i gördü. Gülümsedi. “Ne o deli, merhaba, bir hacetin mi var” dedi. Deli Hüseyin Mıstık Ağa’ya olan biteni bir bir anlattı. Benim kardaşım Bey’in kızına sevdalandı. Dumanı tepesinden çıkıyor. Kız da kardaşıma sevdalandı. Onun da dumanı tepesinden çıkıyor dedi.
Mıstık Ağa “Delim” dedi. Bu iş zor değil mi, zor olacak zor. Hüseyin zor olmasa senin yanında ne işim vardı ağam. Bir akıl veresin, yol gösteresin dedi. “Sen dağları delen Ferhad’ı bildin mi? Yanıp tutuşan Kerem’i bildin mi? Kerem’in sofusunu bildin mi ağam. Keremin yolları düz eden sofusunu. Sofu kardaşını bildin mi? Ben de Karacaoğlan’ın dağları, yolları, ovaları düz eden kardaşı Hüseyin’im. Ben de sofuyum Onu da bildin mi?” dedi. Bin yılın başı sana işim düştü. Ölüm var, dönüm yok.. Onu da bildin mi? Dimdik, yüzü kaya gibi ocak çadırından çıktı. Mıstık Ağa hırsla körüğüne sarıldı. Billur, billur közler ocakta sıçramaya başladı.
Böyle herkese gider Deli Hüseyin Mıstık Ağa’dan ayrıldıktan sonra. Çadır çadır dolanmaya başlar. Herkesten destek görür. Yalnız kendisine Bey kızını Karacaoğlan’a layık görmediğini söyleyen Duran’a “ona beyliği kim vermiş, sizin gibi itoğlu itler, ya benim kardeşime aşıklığı kim vermiş “ der. Herkesten destek bulur. Arkadaşı Ali’nin sözleri ise onu sevindirir. Ali “ucunda ölüm bile olsa canımı senden esirgemem, sen nerdeysen ben de oradayım” der.
Olan biteni Duran’dan duyan Bey, “ Deli Hüseyin’i de o yanındaki aşık süprüntüsünü de ölü ya da diri yanıma getirin” der. Bunu duyan Elif, Karacaoğlan’ın çadırına gelir. Bunları anlatır. Birlikte kaçmaya karar verirler…
Bunu da duyan Bey küplere biner “kimseyi sağ komayın, kimin evinde bulursanız çoluk çocuk demeden öldürün diyerek adamlarını salar. Deli Hüseyin, Elif ve Karacaoğlan saklanırlar. Beyin adamları çadır çadır dolaşarak onları ararlar.
Deli Hüseyin, Karacaoğlan ve Elif köylülerin de yardımıyla, Bey’in adamları hangi çadırı aradıysalar oraya sığınırlar. Kimse Bey’e haber vermez. Olan biteni anlatmaz. Bey çıldırır…
Obada, her çadırın kapısına mantıvarlar asılır. Mantıvar, bir Türkmen adedidir. Kadınlar bir çadırda toplanırlar. Sevdalıları aralarına alırlar. Mantıvar açma bir talih açmadır. Bir tasın ya da bir kovanın içine her kadın, her genç kız öteberisini atar. Bir Kadında türkü söyleye söyleye su dolu kovadan öteberiyi çıkarır. Çıkan öteberi kiminse söylenen türküde onundur.
İşte bütün oba da şimdi bir aşığı, bir sevdalıyı korumanın sevinci içindedir. Sevdalıların bulundukları çadırın da içi dışı mantıvarlar donatılmıştır. Obayı da şu türkü sarmıştır:
Hey mantıvar mantıvar
Mantıvarın vaktı var
Mantıvara gelenin
Cennette beş tahtı var
Mantıvar ocak ocak
Biçerler kucak kucak
Mantıvara gelenin
Yeri cennet olacak
Olanları duyan Bey şaşırır, ağzını artık bıçak açmaz, kimsenin yüzüne bakamaz hale gelir.
Ovada düğün dernek edilir. Rivayet ederler ki, bu düğün düğünlerin en güzeli olmuştur. Karacaoğlan en güzel türkülerini burada söylemiştir. Yine rivayet ederler ki Karacaoğlan’ın “sıla, sıla” diye yanıp yakıldığı yer, kendi obası, anasının babasının yurdu değil de burasıdır.
Karacaoğlan’la Elif artık gecegündüz beraberdirler. Karacaoğlan’ın çadırından aşk türküleri, mutluluk türküleri duyulur. Ünü, insandan insana, obadan obaya yayılır. Karacaoğlan’ın ünü böylece yayılırken obada ona olan sevgi saygı da artar.