Hızlı kentleşmeyle toplumsal ilişkiler değişime uğrayıp mekana yansıdı. Üst-orta sınıfla işçi sınıfının yaşadığı mahalleler kent içinde birbirinden ayrıştı. Gelir dağılımındaki farklılık insanları birbirine yabancılaştırdı. Kent yaşantısı artık birçok kesime, marjinal kesimin yaşam alışkanlıklarına uygun değildir. Kırda yaşamaya alışmış olanlarla kentsel yaşam bağdaşmayıp, çelişki ortaya koyuyor. Bu sistem alternatif üretmiyor.
Postmoderniteye göre farklılıklar ve kimlikler önemliydi ama dolaylı yoldan... Modernizmin iki dünya savaşının karanlık dünyasından postmodernliğe kapı açması modernizmin sosyal başarısızlığındandı. Toplumda bütünlük değil, parçalanmışlık yüceltilmişti. Yerellik, kadın, azınlıklar, toplum dışı kesimler doğrudan değil simgeler halinde ve bireysel olarak anlatılıyordu. İnsana evrensel bakarak değil, birbirinden kopartıp parçalar halinde ele alıyordu. Batı kendi tarihsel sürecinden çıkardığı modernist köklü dönüşümü Türkiye’ye de şırınga etmeye çalışıyor, insanlara aynı tip deli gömleğini giydirerek...
Postmodernizm ilk bakışta modern olana yönelik bir özeleştiri gibi ortaya çıkmış görünüyordu. Ancak aydınlanmanın kaynağı hümanizm ile insan hakkını temel değer sayan aydınlanmaya karşı da bir saldırıydı. 1960’larda hız kazanan bu akım kapitalizmle ilişkili olan “küreselleşme” ile ilgili gelişmelerle doğrudan ilişkiliydi.
Dünya her gün küçülürken teknolojik hız sermaye akış hızını da etkilemişti. En küçük toplumsal parçalar ile kentler ve sonunda tüm dünya bir gerilim mekanı haline gelmiştir.
20.yy’ın batı ekonomi-politiğinde bilimsel ve teknik gelişmelere bağlı olarak yeniden biçimlenen ekonomik emperyalizmin düşünceyle ilgili entelektüel hazırlığıydı postmodernizm. Dünya ölçeğinde tasarlanan yeni ekonomik düzene boş alanlar açmak için bu düzenin yapılanmasına engel olabilecek hümanizm ve aydınlanma gibi tarihsel-kültürel yapılarla onları ayakta tutan değerlerin ortadan kaldırılması gerekiyordu. Her türlü kuramsal etkinlik yadsınıyor ve akıldışı formlar öneriliyordu.
Bugün için akıl ve bilime olan güveni sarsacak, insanlık ve aydınlanmaya ilişkin değerleri yıkmaya yönelen bu postmodern eleştiriler inandırıcılığını yitirmiştir. İnsanlık kendine ve doğaya tehdit gördüğü bütün denetimsiz teknolojilere ve kullanıcılarına karşı ortak bir bilinç geliştirmek zorundaydı. Öyle de oldu, bu bilincin belirtileri ekonomik , politik ve kültürel sömürüye karşı Dünya Ticaret Örgütü’ne ve benzerlerine yönelik gözlendi.
Modernite’den postmodernite’ye geçiş Fransız ekolü tarafından fordizmden fordizm sonrasına geçiş olarak tanımlanmıştır. Bu dönüşüm paradoksal gelişmelerle birbirinin içine geçmiş değişimler ve sürekliliklerle doludur.
Yeni dünya düzeninin sosyal ve kültürel ağırlığı postmodernist toplumda kısaca bireyci, demokrasiye şüpheyle bakan, tüketim kaygılarıyla eşitliğe karşı tavır alınan bir toplum modeli olarak biçimlendirilmiştir. Teknolojinin ileri derecede öğelerince tanımlanmış insan yaşamıyla ilgili dikkati, bugünün dışındaki alanlara kaydıran imajlar halinde tasarlanmış kültürel koşulların belirlediği, halkın rolünün küçümsendiği hatta tüketime uygun belirli amaçlar dışında yok sayıldığı batılı egemen güçlerin ve uluslar arası medyasının yönlendirdiği yeni toplumun modeliydi. Kısaca postmodernizm antirealist, antiözcü, antitemelci ve modern bilimin tüm kanıtlarına karşı çıkan emperyalizmin felsefesidir.