Kral Abdullah Kudüs’e geldi. Kudüs’ü kurtaran arap lejyonu komutanı Abdullah Tell’e albay rütbesine yükseltildiğini bildirdi.
Ben Gurion BM ateşkesiyle 30 günlük solukalma fırsatı tanınmasını arapların ateşkes kararını kabul etmelerini büyük bir hata olarak görüyordu. Çünkü Ehud Avriel’in Çekoslavakya’dan gönderdiği silah yüklü gemi yola çıkmıştı, Meksika’dan gelen silah dolu başka bir şileple de Yahudiler daha da güçlenmişti. Bernadotte ateşkesin uzatılması için yeni bir girişimde bulundu ancak İsrail tarafı bunu kabul etmek için artık neden görmeyecekti. İsrail hava kuvvetlerine ABD’den satın alınan bir uçan kale sayılan B-17 bombardıman uçağı da katılmıştı. Irak ve Mısır’ın orduya kattıkları 10 bin asker dışında Arapların askeri gücünde bir değişiklik olmadı. İsrailliler ilk kez silah üstünlüğünü ele geçiriyordu…
Çarpışmalar yeniden başladığında araplar korkunç gerçekle karşı karşıya kaldıklarını anladılar. İsrail ordusu tüm cephelerde saldırıya geçecekti. Moşe Dayan komutasında birlikler Lod’u ele geçirdi. Araplar şehirden göç etmeye başladı. Nazaret ve Ramleh düşmüştü.
16 Temmuz Cuma günü gece yarısından hemen sonra Nabukadnezar’ın Kudüs surlarına saldırmasının 2500. yılında Kedem (ilkçağ) adını verdikleri silahla Yahudiler Kudüs’ün surlarını delecek ve 2 bin yıl sonra ilk kez şehri elegeçirebilecekleri saldırıya geçecekti. Abdullah Tell radyoda bütün birliklerine çağrıda bulundu: “kutsal şehri son askerimize ve son kurşunumuza dek savunacağız bu gece kimse geri çekilmeyecek!”...
Sonraki 3 saat boyunca 500 mermilik bir çığ şehrin Arap kesimine yağdı. Top mermileri her yeri yakıp yıkıyordu. Ölüler, can çekişenler şehirde her köşede birbirine karışmıştı. Muazzam bir patlama bütün bir şehri sarsarken büyük bir ışık gökyüzünü aydınlattı. Zvi Sinai karargâhın balkonundan “surlar delindi! Eski Şehir’e giriyorlar” şeklinde bir sevinç çığlığı attı. Abdullah Tell ateşkesin devreye girmesiyle “bunca insanın hayatı bir hiç uğruna söndü” diyecekti.
Tell ve Moşe Dayan Kudüs’ü ayıran sınırları karşılıklı belirledi.1948 Temmuz sabahı Kudüs’e inen barış geçici olacak, şehir bir çizgiyle ikiye bölünmüş olarak kalacaktı. 1949’da Birleşmiş Milletler Teşkilatı Mısır, Lübnan, Ürdün ve Suriye’nin İsrail’le bir ateşkes anlaşması imzalamasını sağlayacaktı.
Bu anlaşmalar çarpışmaları durdursa bile savaş durumuna son vermedi. Araplar İsrail Devletini tanımayıp reddettiklerini yok edeceklerini açıkladılar. İsraillilerin ise “bağımsızlık savaşımız” diyerek adlandırdıkları bu ihtilaf sırasında binlerce insan can verdi, 112 köyle birlikte Filistin 1300 kilometrekarelik toprağını kaybetmişti. Yahudi devletine ait olan 350 kilometrekare toprak ve 15 köy ise arap tarafında kalıyordu.
1 milyondan fazla Arap göç edecekti (BM’e göre 500-700 bin arası). David Ben Gurion ülkesinin bu sorun karşısındaki tutumunu 1948 Haziranında açıklamıştı; “terkedilmiş köylerin hemen Yahudi ailelerce işgali”ni emredip gelecekte öngörülecek barış görüşmeleri çerçevesinde 100 bin göçmenin dönüşünü kabul edeceğini bildirdi. Daha sonraki İsrail hükümetleriyse teklifin ötesine geçmeyi İsrail’in temeli için tehlike görüp reddetmişlerdir.
Öte yandan Suriye ve Irak göçmenlere kapılarını açmadı. Lübnan ülkedeki dini dengeyi bozmamak adına göçmen sayısını sınırlı tuttu. Mısır ise daracık Gazze şeridine yerleştirmekle yetindi. Fakat arap devletlerinin en yoksulu olan Ürdün Birleşmiş Milletlerin sağladığı ianeyle yaşamak zorunda kalan göçmenleri kabul etmek için ciddi bir çaba göstermişti.
Filistinli araplar 1948’den beri yerinden yurdundan göçerek kamplarda yaşamak zorunda kalmışlardır. Bütün dünyanın unuttuğu Filistinliler yaşadıklarını asla unutmadı. Bu kampların sefaletinden yeni bir kuşak doğdu. Filistin gerillaları bu kuşağın çocuklarıdır. “Fedai”ler adıyla Ortadoğu sahnesine çıktılar.
BM arabulucusu Bernadotte 16 Eylül 1948’de Stern grubuna bağlı Siyonist tedhişçilerce öldürüldü. Mısırlı Mahmut Nukraşi Paşa ve Lübnanlı Riyad Sulh 1951 yazında vuruldular. 20 Temmuz 1951’de bir öğle üstü Kral Abdullah Hz. Ömer Camii’ne girerken öldürüldü. Hacı Emin Hüsseyni Beyrut tepelerindeki sığınağında Kudüs’e kavuşma umuduyla yaşamını sürdürdü.
Gurion 1948’den 1963’e kadar başbakanlık yaptı. Ülkesi kendine yetecek ekonomik güce erişti, nüfusu ikiye katlandı sonra da Negev’te Sde Boker kibbutzunda basit ve sakin bir hayata başladı. Golda Meir BM İsrail diplomasisini üstlendi. 1969’da başbakan olması istendi, oldu. 1967’de Ürdün’le çatıştılar. İşgal edilen Filistin’de gerillaların ortaya çıkışıyla şehir sokakları çınladı. Şehri bölen dikenli tellerle çevrili müstahkem yerler halkın yüreklerine taşındı.
D. Lapierre ve Larry Collins tarafından kaleme alınan birçok arşiv belgesi, günlük, mektup vs taranarak oluşan kitap siyasal ve stratejik bir kent olan Kudüs üzerine bu konuda cesaretle özveri isteyen tarihsel nitelikte büyük ve önemli bir kaynak yapıt ortaya çıkarmış. Etkileriyle güncelliğini asla yitirmeyen anlatı ihtilafın doğuşunu harita, fotoğraf ve planlarla da desteklemiş. Kudüs’ü başkent yapan büyük yahudi kralı Davut için yazılan şu mezmurun sözleriyle bitiriliyor:
“Kudüs’ün selametini dileyin, duvarları içinde barış, sarayları içinde refah olsun”…