Akşemseddin bir köylüye yakışır biçimde iştahla ve ağırbaşlılıkla yiyordu yemeğini. Kestane rengi kıvırcık sakalın çerçevelediği güzel yüzü, derin birtakım düşüncelere dalıp gitmiş gibiydi. Ve tam dokuz yıldır birlikteydiler.
Abdüsselam’ı ilk kez Sakız adasında görmüştü. Bir gün kendisine “ne Hristiyan ne Müslümana benzer garip birtakım insanlar sizi görmek isterler Şeyhim” diye haber vermişlerdi. İşte o garip insanlardan biri Abdüsselam’dı. Ta o zamanlardan saçı sakalı apak olan bu insan çoluğunu çocuğunu hizmetçilerine varana dek yanına alıp Bedrettin’in huzuruna gelmişti. Bedrettin oğlu İsmail’i onun kızıyla evlendirip akraba bile olmuştu.
Esmer, suskun bir gölge gibi peşinden ayrılmayan Kasım ise kendisine karısından yadigardı. Onu kölesiyken azad etmişti. Sivri yüzlü, gaga burunlu Ahi Mahmud, Bedrettin’e büyük amcasının oğluyla birlikte katılmıştı. Rumeli’nin fethine katılan ünlü cengaverlerden birinin oğluydu. Tostoparlak kafalı Caffar, O da, Kahire’de Şeyh Ahlati’nin tekkesini terkedip Bedrettin’e katılan dervişlerden biriydi.
Bir de Mecnun. O da tıpkı Caffar gibi Kahire’den birlikte geldikleri müridlerden biriydi. Hepsi kendisine emanet edilen her şey ve bütün kervanla birlikte gelecek Börklüce Mustafa’yı bekliyorlardı.
Börklüce Mustafa’yla dokuz yıldır bir aradaydılar. İlk kez Börklüce’nin memleketi olan Aydın Beyliği’nin başkenti Tire’de Börklüce’liyle karşılaşmış, dokuz yıl yanından ayrılmamış öğrencisi olmuştu Börklüce Mustafa.
Mustafa, Bedrettin’in ilkelerine uygun olarak açık ve gizemli bilimleri öğrendi. Sorularına Şeyh’inin ağzından yanıtlar aldı. İnsanları birbirinden ayıran neydi? İnsanların gözünü köreden neydi? İnsanların yaşamlarını değiştirmek için yapılması gereken neydi? Bedrettin’in Mustafa’yı İznik’e çağırmasının nedeni bu sorulara yanıt aramak içindi.
Evet, yalnız bunun içindi. Şeyh Bedrettin Letaif-ül İşarat’ın Tezhil’ini sultana göndermiş, ona düşüncelerini bildirmişti…
1415 Eylül’ünün son günüydü. Bedrettin’in öğrencilerinin tümü aynı anda soluk verdiler sanki. İçeriyi aydınlatan mumun alevi şöyle bir titreşti. Öğretmenlerinin sözünü kağıda geçiriyorlardı. Sevinçle, mutlulukla birbirlerine baktılar. Nihayet, nihayet…
Mürşidimiz sür götür bizi, hakikat için ölmeye hazırız dediler. Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa Bedrettin’e baktılar. Bedrettin’de onlara baktı. Titiz, dürüst, doğrucu ve onurlu. Akıllı, telaşsız, yürekli müridi Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa’ya baktı Bedrettin.
Öğrencileri susuyorlardı. Suskunluk uzadıkça, öğretmenlerini burada, kalede bırakıp kendilerinin tek başına harekete geçmeleri olanaksız görünüyordu. Çocukların ana-babalarının koruyuculuğuna alışmaları gibi, onlar da Bedrettin aklının ve etkinliğinin her an arkalarında olduğuna alışmışlardı.
Yokluğun pahalıya mal olacak Şeyhim dediler. Müridlerine münasiptir dedi Bedrettin. Madem bu kadar tez karar verdik. Börklüce Mustafa’yla Torlak Kemal şafakla yola çıksınlar Ahi Mahmut, Akşemsettin, Silistre’de Zagor’da, Sultan’ın burnunun dibinde size yardım edecek, davamıza inanmış kişileri arayıp bulsun. Dağ keçileri denli dikkatli, temkinli ve tilkiler denli kurnaz olsunlar. Bizi bekleyenlere Şeyh Bedrettin geliyor desinler dedi.
Bedrettin hücresine döndü. Ala şafakla öğrencileri yanına geldiğinde söyleyecek düşünmesi gereken çok şey vardı çünkü. Ve şafak sökene dek kendisini bu geceye, İznik’te şu tekkeye getiren uzun yolu , bir başkasının yaşam öyküsünü anlatan bir kitabı okur gibi baştan sona ağır ağır yürüdü.
Alaşafağın sütmavisi karanlığının içinde avludan Börklüce Mustafa’yla Torlak Kemal’in ayak sesleri duyulduğunda dünyada görüşmeleri bir daha mümkün olmayacak bu insanlarla birlikte üçünün de adının insanların belleğinde, sonsuza dek birlikte anılacağını çok iyi biliyordu…
Bedrettin, pislikten ve yanlışlıklardan kurtuluşun biricik yolu olarak Muhammed’in insanlığa sunduğu bilime inanıyordu. Ona göre sapınçtan kurtuluşun ve dünyadaki çarpıklıkların düzeltilmesinin biricik yolu tanrısal gerçeğin bütün incelikleriyle öğrenilmesiyle mümkündü. Şeriatın, adalete ulaşmayı kolaylaştırmak üzere yollandığına emindi. Bu yüzden de bütün gücünü tek bir amaca yöneltti. Şeriat yasalarını bütün derinliğiyle kavramak, bu yasaların ruhuna nüfuz etmek için.