“İnsan dediğin bir insan ya canını vermeli insanlar
için, ya da gölge etmemeli dünyamıza!”.
Tarihte öyle dönemler var ki yüzyıllara sığacak olaylar sanki küçücük bir zaman diliminde olup bitivermiştir. Ancak o kısa zaman parçalarında olan bitenler kazındıkları insanlık belleğinde kuşaktan kuşağa aktarılırken bıraktıkları derin izlerle yüzyıllara bedel olarak yaşar gider.
Bu üç sözcüğü ilk kez bir arada öğrencilik yıllarımda duymuştum. 1980’lerin başıydı. Üniversitenin kültür merkezinde izlediğim filme aittiler. Sonra yıllarca aynı sözcüklerin izini yeniden sürdüm. Ta ki Deniz’lerin anısının en canlı tanığı Erdal Öz’ün kitabı “Gülünün solduğu Akşam”ın elime geçtiği zamana kadar…
Deniz Gezmiş’in savunma hazırlıkları yaptığı Mamak’taki hapishane odasını betimlerken yatağın köşesinde Orhan Kemal’in okunmaktan yıpranmış bir romanı vardı diyordu Erdal Öz. O roman “Bereketli Topraklar Üzerinde” idi. 1978-1979 yılında çekildiğini ancak daha sonra ortadan kaybolduğunu öğrendiğim uyarlaması şu aralar 28 yıl sonra yeniden vizyonda…
Sinemaya can veren biraz da edebiyattı başta. Uyarlamalar sinemacının mesleğini sanat olarak kabul ettirebilmek için başvurduğu bir yol gibi görünse de aslında bunu kolaylaştıran çaba olmuştur. İkisini de severim ama bir tutmam. Bu yüzden filmini hiçbir yerde bulamasam da daha sonra romanını alıp okumuştum “Bereketli Topraklar Üzerinde”nin.
Ülkemizde farklı çizgiden toplum sorunlarına eğilen ilk gerçekçi filmler 1964’te senaryosunu Vedat Türkali’nin yazdığı “Karanlıkta Uyananlar” (Ertem Göreç) ve Turgut Özakman’ın 1962’de yayınlanmış “Ocak” adlı tiyatro oyunundan Halit Refiğ tarafından uyarlanan “Gurbet Kuşları”ydı. Filmin diyaloglarını Orhan Kemal yazmıştı.
Türkiye’de sinemacılar kuşağının öncüsü Lütfi Ö. Akad gösterilmektedir. Akad öncülüğünün yanı sıra kendini izleyen yeni sinemacılar kuşağıyla aynı dönem içerisinde önemli filmlere imzasını koyup edebiyatta köy ve kent sorunlarıyla başlayan toplumcu gerçekçilik çizgisini, içgöçü konu alan Gelin, Düğün ve Diyet üçlemesiyle sürdürmüştü. Bir yanda Lütfi Ö. Akad’la ve sonraki kuşaktan Yılmaz Güney gibi sıra dışı, toplumsal çelişki ve gerçeklikleri ortaya koyan özgün ve yaratıcılar dışında sinemamızın başarısında, diğer yandan da edebiyatın özellikle toplumcu romanın katkısıyla bir gelişim sağlandığını göz ardı edemeyiz. Birçok edebi yapıtın tanınmasında da yönetmenlerin rolleri küçümsenemez. Bu aşamadan sonra ancak toplumcu yazarlara ait bazı öykü ve romanlar filme çekilmeye başlanmıştı: Cemo (Kemal Bilbaşar), Halkalı Köle (Bekir Yıldız) ve Karartma Geceleri (Rıfat Ilgaz) bunlardan sadece birkaçıdır.
Türkiye sinemasının ulusal ve uluslar arası başarısında da edebiyat ve sinemanın dayanışması göze çarpar. Ömer Kavur gelmiş geçmiş bütün nitelikli filmler sıralamasında “Anayurt Oteli” ile hala listelerin en üst sırasındadır. Berna Moran “Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış”ta ezilmiş insanların romanı diye nitelediği dönemi incelerken Yusuf Atılgan’ın küçük bir Anadolu kasaba otelindeki katip Zebercet’inin hikayesini de ele alır. Fakir Baykurt’un “Yılanların Öcü” romanında rastladığımız Irazca’sı, mücadeleci ve etkin ana karakteriyle Metin Erksan’ın filminde bir kere daha sevilmiştir. Necati Cumalı’nın bir öyküsünden uyarlanan “Susuz Yaz” ise yurt dışında ödül alarak sinemamızın adını sınırların dışına taşırmayı bilmiştir. Daha sonra çekilen Gizli Yüz, Salkım Hanımın Taneleri ve Mutluluk gibi filmlerin de hepsi birer uyarlamaydı.
Türk sinemasına önemli katkılar sağlayan Orhan Kemal’in sinema diline aktarılmış romanları arasında Gurbet Kuşları, 72. Koğuş, Murtaza, Hanımın Çiftliği, Devlet Kuşu, El Kızı, Suçlu, Vukuat Var, Eskici Ve Oğulları yer alıyor. Yazar bazı filmlerin senaryolarının yanı sıra “Üç Arkadaş” adlı filmin bazı diyaloglarını yazmış, “Senaryo Tekniği” adında bir de inceleme kitabı yayınlamıştı.
Bursa hapisliği Orhan Kemal’in yazarlık yaşamında bir dönüm noktası sayılır. 1938 yılında Askerlik görevini yaptığı sıralarda ceza yasasının 94. maddesine muhalefetten yargılanıp 5 yıl hüküm giymişti. 1938-1943 yılları arasında yattığı Bursa Ceza Evi, 1940’ta Nâzım Hikmet'in buraya nakledilmesiyle tanışmasına vesile olur. Nâzım ustanın toplumculuk anlayışından etkilenen Orhan Kemal, şiir yazmaktan düz yazıya geçip ülkemizin en iyi romancıları arasına katılır. Dergilerde ilk öyküleri bu dönemde çıkar. 1956 yılında kaleme aldığı “Nâzım Hikmet'le 3,5 Yıl” adlı kitapta da bu konuyla ilgili anılarını aktarır (Nazım da sinemanın her alanında emek vermiş, 1937’de “Güneşe Doğru” adlı filmi çekmişti)…