1980 Eylül’ünün 12. günü gecesi büyük operasyonun düğmesine basılmıştı. Silahlı Kuvvetleri arkasına alan cunta yönetiminde başlayacak olan dönem ülkenin üzerine bir daha izleri kolay silinmeyecek bir kabus gibi çöktü. ABD yöneticileri 12 Eylül darbecisi generallere ‘our boys’ diyorlardı. Amerikan Merkezi Haberalma Örgütü CIA’nın Türkiye İstasyon Şefi Paul Henze, darbeyi dönemin ABD Başkanı Carter’a “Our boys did it!” (Bizim çocuklar başardı!) diyerek haber vermişti. ABD Başkanı Carter da, sonraki bir tarihte Türkiye’yi ziyaretinde darbecilere şükranını, “12 Eylül harekâtından önce Türkiye’nin durumu savunma açısından tehlike arz ediyordu. Afganistan’ın işgal edilmesi ve İran’daki monarşinin devrilmesinden sonra Türkiye’deki bu istikrar harekâtı içimizi ferahlatmıştır.” sözleriyle dile getirdi. (Cumhuriyet, 21 Temmuz 1985)
ABD’nin 1970’lerden itibaren Türkiye’ye biçtiği taktiksel rol aksamamalıydı. Afganistan ve İran kaybedilmek üzereydi. Türkiye Sovyetlere karşı yeniden ve daha da güçlü bir koz olabilirdi. Ülkede yükselen muhalif sesler ve kitleselleşen Amerikan karşıtlığı çıkarları zedeleyebilirdi. Üstelik Ortadoğu’da oluşturulmak istenen yeşil kuşağın sürekliliği için bu tehlikeli gidiş hayra alamet değildi. Yeni küresel düzenekte büyük ölçekli (ama tabana yayılmamış) kolayca söz sahibi olunacak liberal ekonomik bir yapılanmanın kurulması arzu ediliyordu. 1950’lerde yola konmuş aşınmakta olan yapının üzerinde yeni ve daha güçlü temeller atılmalıydı. Hükümetin düşmesi ve dış borçların ertelenmesini askeri müdahale için fırsat sayan harekat kurmayları 11 Temmuz’da meclisten güvenoyu çıkınca erteledikleri girişimi yerine getirdi. Oysa ABD ve İMF’ye göbekten bağlı devletin başındaki siyasi otoriteyle ordu hiyerarşisi ise ekonomik ve askeri konularda çözüm üretmekten çok uzak görünüyorlardı. İnanılmaz rastlantılarla başa getirilen dikta önderliğinde 12 Eylül’ün adı ve hedefi belirlenmişti...
Sol muhalefet terör bahane edilerek susturulacak sonra ana planın safha safha tatbikine geçilecekti. Apar topar DGM’leri kuranlar talimatlar yağdırıyorlardı. Alelacele kurulan mahkemelerde infaz kararları alınıyor ve kışlalar cezaevlerine dönüştürülüyordu. Sendikalarıyla dernekleri kapatılıp grev ve toplu sözleşme hakları ellerinden alınan başta İşçi ve öğrenci liderleri olmak üzere düzen muhalifleri tek tek tutuklanıp suçlanıyor cezaevlerine dolduruluyordu.