Sekiz bin kardeşlerini savaş alanında kaybetmişlerdi. Şehitlerimize şan olsun dediler. Davamız kalanların omuzları üstünde bundan böyle dediler.
Börklüce Mustafa esir düştü. Esir düşmüştü yiğitler. Sonra da Bedrettin.
Önce Börklüce’yi yakalamışlardı. Emir verilmişti. Cellatlar önce Börklüce Mustafa’nın mintanını belinden aşağı sarkıtıverdi. Sonra bir haça avuçlarının içinden mıhladılar Börklüceli Mustafa’yı.
Mustafa’dan tek bir ses çıkmadı. Yalnız kalabalığa dikili gözleri, içlerinde iki ateş tutuşmuş gibi yanmaya başlamıştı.
Cellatlar Mustafa’ya baktılar. Börklüce Mustafa onlara sadece gülümsedi. Cellatlar sonra Mustafa’nın parmak kemiklerini kırmaya başladılar.
Kalabalık susmuştu. Meydanda kırılan kemiklerin sesinden başka ses duyulmuyordu.
Dedesultan susuyordu. Gülüyordu. Parmaklarından yükselen çatırtıyla beraber gözlerinde bir alev parlayıp sönüyordu.
Mustafa çivili olduğu haçtan gülümseyerek bakıyordu kadıya. Yaşasın hakikat dedi. Gözlerinin önünde sonra bir bir düştü diğer yiğitlerin başı. Tövbe etmediler. Tek bir söz dediler:
“İriş Dedesultan”
Ardından kalan yiğitlerin başı vuruluyordu. Onlara aynı şeyi söylediler. Onlar da tek bir söz dediler:
“İriş Şeyh Bedrettin”
Kaç kez yinelendi bu. Bacaklara inen sopa, kütüğe düşen baş, havaya kalkan ve hızla inen balta, cellatların sesi, kesik başların sepetlere yuvarlanışı. Birbiri ardına sehpaya çıkardılar yoldaşları.
Dedesultan gerili olduğu çarmıkta herkesi gülümseyerek karşıladı. Ve uzun bakışlarıyla uğurlamıştı yiğitlerini. Gözyaşlarının görüşünü engellememesi için arada bir başını silkeliyordu. Yanaklarından yuvarlanıp çıplak göğsüne düşüyordu gözyaşları.
Hiç kimse yazıklanmadı, pişmanım demedi. Bağış dilemedi. Sepetler kesik başlarla doldu. İyice yükselen güz güneşi kan göllerinin üzerinde donuk yansımalar oluşturdu. Kalabalıkta kimseden ses çıkmıyordu. Boyunları vurulanların ne dedikleri artık duyulmuyordu. Dudaklarının kımıltılarından tek bir şey dedikleri anlaşılıyordu:
“İriş Dedesultan”
Börklüce Mustafa’nın on bin yiğidini tepeleyip Aydın ve Saruhan beyliklerinin topraklarını eski sahipleri olan beylere ve sultanın sadık kullarına dağıtan Beyazıt Paşa, buradan doğruca Manisa’ya, Torlak Kemal’in üzerine yürümüştü. Kan gövdeyi götüren bir kapışma olmuş, Osmanlılar Kemal’in yiğitlerini biçmişler, darmadağın etmişlerdi. Torlak Kemal canlı yakalanmış ve en yakın yoldaşı Abdal Torlak’la beraber kale duvarında ipe çekilmişti. Kalanların da boynu vurulmuştu. Tek bir yahudiyi sağ bırakmamışlardı.
Bedrettin’i yakalayıp Serez’e getirdiler.
Hakikat bize insanları varlık durumlarına, dillerine, dinlerine göre ayırmamızı değil, birleştirmemizi buyurur diyordu Şeyh Bedrettin.
Madem biz yenildik verin şu fetvanızı diyordu.
18 Aralık 1416 Perşembe günü sabah erkenden Serez’in bakırcılar çarşısında darağacı kuruldu.
Çarşının yakınında büyük bir kalabalık toplanmıştı. Böylesine birinin o ana kadar hiç asıldığı görülmemişti.
Bulutlarla kaplı puslu sabah göğü yukardan bastırıp duruyordu. Ağaçların çıplak dallarında gözyaşları gibi damlalar yuvarlanıyordu.
Önce tek bir söz; Hakikat bizimle dedi Bedrettin. Sonra beni hakikati anlamış insanların yüreklerinde arayın deyip sehpaya çıkmıştı.
Cellatlar üstündekileri çıkarıp çırılçıplak ettiler. Sonra da yağlı ilmeği boynuna geçirdiler. Hava kararmıştı, az sonra. Ve az sonra, yağmur çiseliyordu.