Dadaist görüş fazla uzun ömürlü olamadı. Yerini gerçeküstücülüğe bıraktı. Öte yandan Orhan Veli, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet ile gerçeküstücülüğün Türkiye yazınına da girmesini sağladı, tabi ardından eleştirel gerçekçiliğinde. Dadaizmin amacı, savaşa etken bir tavırla karşı çıkmak, savaşa neden olan burjuvazinin yozlaşmış değer yargılarına ve bozulmuş yapısına onur ve ahlaka uygun yeni bir anlam kazandırmak olarak özetlenebilir. Dadaistlere göre, insancıl olan her şeyin üstüne çöreklenip onu örten ve gizleyen aşırı duyarlılık ve yapmacıklık, yukardan atıp tutan kötü bir zevk sanatın her alanında egemen olduğundan burjuvaziye ait bütün kurum ve kuruluşlarla birlikte sanatının da yıkılması gerekmekteydi.
Orhan Veli 1941 yılında yazdığı ve Garip Şiirinin manifestosu sayılan önsözde görüşlerini şöyle açıklıyordu: “Bugüne kadar burjuvazinin malı olmaktan ve yüksek sanayi devrinin başlamasından evvel de dinin ve feodal zümrenin köleliğini yapmaktan başka hiçbir işe yaramayan şiirde değişmeyen tek şey egemen sınıfların zevkine hitap etmiş olmaktır. Egemen sınıfları yaşamak için çalışmak zorunda bulunmayan insanlar teşkil ediyor, şiir de onların zevkine sunuluyordu. Ama yeni şiirin dayandığı zevk artık azınlığın oluşturduğu o sınıfın zevki değildir. Bugünkü dünyayı dolduran insanlar, yaşama hakkını sürekli bir didişmenin sonunda buluyorlar, şiir de onların hakkıdır, onların zevkine hitap edecektir. Fakat bu kitlenin ihtiyaçlarını eski edebiyatın aletleriyle anlatmak demek değildir. Mesele bir sınıfın ihtiyaçlarının müdafaasını yapmak değil, sadece zevkini aramak, bulmak ve onu hâkim kılmaktır. Şimdiye kadar edebiyatımıza şekil veren bütün kalıpları atmalı, yapıyı temelinden değiştirmeliyiz”…
Orhan Veli yazısında sembolistleri birinci sürrealist manifestoda sözü edilen ruhsal otomatizmi salt sözcük oyunlarına başvurarak düşünce ve sanatın çıkış noktası olarak ele almalarını eleştiriyor, zekâ hokkabazlığına düşmek yerine bilinçaltını kullanmakta ustalığın mühim olduğunu belirtiyordu. O’na göre şiirde şairânelik değil tamamındaki anlam önemliydi. Melih Cevdet Anday, Garip şiirini düşünceden yola çıkan duygu yüklü şiir olarak tanımlandırıyor ve “Telgrafhane” adlı şiirinde;
Uyuyamayacaksın
Memleketinin hali
Seni seslerle uyandıracak
Oturup yazacaksın
Çünkü sen artık o eski sen değilsin
Sen simdi ıssız bir telgrafhane gibisin,
Durmadan sesler alacak
Sesler vereceksin
Uyuyamayacaksın
Düzelmeden memleketinin hali
Düzelmeden dünyanın hali
Gözüne uyku girmez ki
Uyumayacaksın
Bir sis çanı gibi gecenin içinde
Ta gün ışıyıncaya kadar
Vakur metin sade
Çalacaksın
diyordu. Garip’te biçimden öte toplumsal koşullara karşı gittikçe özellikle Melih Cevdet Anday’la artan bir tepki vardı. Sonuç olarak da evrim geçirdi ve tarih içinde yer aldı. Doğal olması gerektiği gibi yerini toplumcu şiirimize bıraktı. Tepkilerimizin özünde var olması gereken aldatıcı, yanıltıcı, sabun köpüğünden olmamak, kalıcı, temel bir direnç gösterebilmek değil midir? Buna bir tür başkaldırı da denebilir. Şiirde de, sanatta da, soluklandığımız her alanda zaten yaşamak gecenin tüm karanlığına rağmen buğulu bir cama güneşi çizebilmektir, özetle Albert Camus’nun dediği gibi “Yaşamak Direnmektir”…