Rusların tarihi dostları “General kış” karşısında bu benzeri koşulları yaşayarak ordularını karda tipide yitirip perişan olan başka hatalı ve hırslı başkumandanlar da vardır tarihte... Mesela; Napolyon’un büyük hırsı ve hatasıyla 400 bin askerini yok ettiği 1812 Moskova/ Rusya kış seferi; ya da Hitler’in yine büyük hırsı ve hatasıyla 627 bin askerini kaybettiği 1943 Moskova Stalingrad kış seferi bozgunları çok benzer örnekler olarak karşımıza çıkar. Napolyon hayranı Enver Paşa, Napolyon’un o bozgunundan hiç ders almamıştır. Hitler ise ne Napolyon’dan ne de Enver Paşa’nın o korkunç kış felaketlerinden ders almamıştır. Burada söylemek istenen şudur: “Ya ileride, bir başka yerde ve başka koşullarda veya çapta, bir başka çılgın kumandan tarafından tarih yine tekrar ettirilirse? Bu, insanlık için iyi mi olur, kötü mü olur?”
Peki ama Fransızlar, bizim neredeyse yedi katımız zayiat veren 1812 Moskova kış seferi bozgununu veya aynı şekilde Almanlar, bizim neredeyse Sarıkamış’a kıyasen on kat fazla zayiat vererek koskoca doğu ordular gurubunu kaybettiği 1943 Moskova kış seferi felaketini neden her yıl bizim gibi destanlaştırarak zafer gibi kutlamazlar?
Biz hemen söyleyelim nedenini; “Halk olarak tarihlerinden ders aldılar ve aynı gafleti bir daha asla kolay kolay tekrar etmezler!” ve halk olarak onlar artık iyi bilirler ki, “Sürekli düşman yaratarak asla ayakta kalınamaz! Hele, birinin ardına takılıp çocuklarını, eşlerini babalarını yani askerini, karda kışta, düşüncesizce ve hazırlıksız olarak çok riskli maceraya atmak, onu sebebi ne olursa olsun düşman ellere kırdırmak, yerlere serdirmek asla ülkeye hayır getirmiyor! Bu tür maceraların sonu da o neslin gencecik fidanlarını yok ettiği gibi, sonraki nesillerine de miras kalacak büyük yüz karası, azap ve hüsrana dönebiliyor…”
Sonuç olarak kıssadan hisse; aynı hataları yapmamak için “bir mağlubiyetten gerçekçi dersler çıkartarak, olup bitenleri objektif olarak ve cesurca askeri, siyasi ve sosyal açılardan sorgularken, bu arada bir milli tarih bilinciyle şehitlerimizi de hatırlamak” hoş bir yaklaşımdır. Ancak bunu böyle yapmayıp, sanki büyük bir zafer kazanılmış gibi Sarıkamış 1915’te kumandan hatalarıyla pisipisine yitirilen onca şehit ve sönen ocak için “Bu tür bir son, zaten onların kaderiydi. Ne mutlu onlara şehitlik şerbeti içtiler!” der gibi hiçbir şeyi sorgulamadan, korkunç bir felaketin asıl nedenlerinden tek kelime bile bahsetmeyip, “Şüheda için Sarıkamış Harekâtı gençlik yıldönümü kutlamaları, zafer yürüyüşleri yapmak” en azından eksik bir uygulama olmaktadır, kanaatindeyiz...
Keşke yurt sathında tüm valiliklerin ve bakanlıkların organizasyonunda son yıllarda ilk kez binlerce katılımcı vatandaşla anılan anmalarda, “Sarıkamış sonrası tarihten alınan dersler” gerçek “harp tarihi uzmanlarının” da katılımıyla uzun uzun konuşulsaydı da bizler de bunları kanallarda izleseydik, gazetelerde okusaydık ya!
Ayrıca, şehitlerimizi aralarında Sarıkamış, Çanakkale, o cephe- bu cephe- şu savaş vs. diye ayrım yaparak sınıflandırmak ve duruma göre farklı derecelerde kutlamak ya da anmak ise, daha da büyük yanılgı olmuyor mu? Tam 43 yıldır “Sarıkamış Harekatının ders alıcı bir mantıkla anılmasının bayraktarlığını yapan” bu konuda yazan çizen, oraları yerinde gidip adım adım görüp[1] sorgulayan bir yazar olmak sıfatıyla; eğer bu gün Sarıkamış’ta o felakette şehit olanları tıpkı önceki Çanakkale ve Kutülamare zafer anmaları gibi böyle artık “toplu yürüyüşlerle toplantılarla” anabiliyorsak eğer, her yıl “Mustafa Kemal Atatürk ile özdeşleşen dünya tarihinde bir millet iradesi olarak eşi benzeri görülmeyen Sevr’den Lozan’a Ulusal Kurtuluş savaşımızın, yani İnönü, Sakarya ve Büyük Taarruz zaferlerimizin de müthiş organizasyon ve katılımlarla en az bu seviyede katılımlı coşkulu yürüyüşlerle yerlerinde anılıp, zaferlerin keyif veren şenliklerle kutlanmasını” da bekleriz doğrusu…
Bu faaliyetlerin asıl amacı eğer ‘ülkede birlik beraberliği güçlendirmek’ ise bizce, bunu bir dizi hata ve gafletler zinciri sonucu oluşan Sarıkamış’taki acı mağlubiyeti sanki zafer gibi coşkuyla kutlayarak değil de insanımızı “doğru bilgilendirerek, orada olanları saygıyla anarak” yapalım. Eğitim sistemiyle insanımızda siyaset üstü, milli, sorgulayıcı, ders alıcı çağdaş bir tarih bilinci yaratalım… Hepsinin aziz ruhları şad olsun…”
“[1] Bana ilk İstiklal Harbi malul gazisi dedem anlatmıştı o yaşanan acıyı. Sonra 1975-1978 yıllarında Sarıkamış köylerinden Filit Ağa, Seyfal Demirci gibi o son yaşayan gazileri bizzat yerinde gidip gördüm ve dinledim gerçekte olanları. O günleri, çok acı çekerek zar zor anlatmışlardı. Görev yaparken, Sarıkamış harekatının geçtiği o arazileri, “yıllardır bunu anan bir ordu geleneği olarak” bizzat 57’inci Dağ ve Kış Alayı olan birliğimle de defalarca yürümüştüm. Bunu ise sonra romanlaştırdım (Sarı Sessizlik)…”