“Aptallar bu kadar özgüvenle doluyken, akıllı olanların tereddütle dolu olması, işte dünyadaki en çekirdek sorun budur.”Charles Bukowski
Tereddüt!
Ne gizemli bir sözcük değil mi?
Bir sözlük “tereddüt” sözcüğünü “karar vermeyi engelleyen kuşku” olarak tanımlıyor. TDK sözlüğündeki karşılığı ise “kararsızlık, duraksama”olarak verilmiş.
Pek çok yazıda tereddüt, belirsizlik kelimesi ile ilintili verilmiş. Yani, kişi belirsizliğe karşı tereddüt duyar bu da doğal bir insan içgüdüsüdür.
Bana göre “tereddüt” duygular ile mantığın karşı karşıya geldiği anda hissedilendir. Bir yerde okumuştum, “tereddüt akılla ilgilidir, ruhla değil” diyordu.
Neyle ilgili olursa olsun, benim için tereddüt, yapılan işe, hissedilene, karşıya verdiği önemin ve saygının da bir gereğidir. Tabii kişinin kendisi de bu değerin içindeyse!
Önceden durup düşünmeden, “sonu ne olursa olsun” diyerek atılan her adımda, biraz duygusal savrukluk yok mudur? Karşıya az değer verme yok mudur?
İlla, bunu emin olmadan başlanılan, aklına geldiği gibi davranılan bir eylemin neticesi olarak mı görmek lazım? Net olmama ve kararsızlık olarak mı görülmeli? Böyle düşünülmesi ne acı…
Belki ben bu yüzden kalem kırmadan önce empatinin olağanüstü gücüne, peşin hükümlü olmamaya, geniş zamanlara umut yüklemeye ve duygunun gücüne “hep ve çok” inanırım…
Tabii insanın içinden geliyorsa, içindeki kıpırtılar buluşuyorsa… Duygular karşılıklı olursa…
Bir yerde okumuştum, diyordu ki;”İnsan hayatı temelde inanmakla inkâr etmek, yapmakla yıkmak, sevmekle nefret etmek, iyilikle kötülük, isyan etmekle boyun eğmek, ölmekle yaşamak arasında geçirilen tereddütleri üzerine kurulmuştur.” Kimbilir, belki de bu gelgitlerdir yaşamı bu kadar ilginç ve vazgeçilmezkılan.
Bir başkası ise; “Tereddüt; şüphe, kararsızlık ve gelgit yaşama halidir. Atıl bırakma durumudur.” demiş. Kim bilir belki o da kendince haklıdır! Hayatlarımız tereddütlerle örülü: bulacağımız yerin, bıraktığımız yerden daha güzel olacağını bilsek hiç tereddüt eder miyiz? Bu hepimizin ortak duygusu! Tribünlerden inip sahada yaşamı hissederek var olmak istiyoruz ama güvenli alanımızdan uzaklaşamıyoruz, öteleri arzuluyoruz, düşlerimizi özlüyoruz ama yola çıkamıyoruz, kesinlik istiyor ama tereddütlerde ömürler tüketiyoruz…Aslında keşke alana inebilsek, olaylarla yüz yüze gelerek yaşarken öğrensek çok şeyi; yine tereddütler içinde vaz geçiyoruz…
Tıpkı her şeyde olduğu gibi, sevmek konusunda da hissettiklerimiz gibi…
Sevmeden, bu yola çıkmadan yolun bizi nereye götürebileceğini kestirebilir miyiz? Sevgi ki, yüreği hiç bilmediği yerlere götürür. Sevgi, tanımadığımız birine o ana kadar sahip olduğumuzdan haberdar bile olmadığımız duyguları vermektir. Belki gerçekten seversek, sevgi kendinden gitmektir, bazen de kendine gitmektir! Yolda kaybolmayı bile göze almaktır!
Günümüzde Fransız felsefesinin önde gelen isimlerindenJean-Luc Nancy “Gitmek söz konusu olduğu zaman bizi bekleyenin ne olduğunu asla bilemeyiz,sevdiğimize göç ederiz. Sevdiğimizin yüzünde kendi hikâyemizi yeni baştan yazmak isteriz.” der.
Herkese tereddütlü anları bile hoş görebilen sevgiler, gönülden sevecekleri insanlarla karşılaşabilecekleri ve en güzel hikayeleri yazabilecekleri “az tereddütlü” çok güzel günler dilerim…