“Cahiliye dönemime (İslam’a girmeden önce) ait iki hatıram var. Bunlardan birini anınca, gözlerime yaşlar dolar ve büyük üzüntü duyarım. Diğer hatıramı anınca da, gülmekten kendimi alamam. Cehalet dönemimde kız çocuğu olan bir baba toplum içerisinde utançla yaşar ve örflere göre onu diri diri torağa gömerek öldürürdü. Benim de bir kız çocuğum oldu ve utanç duyduğumdan bir gün onu aldım ve gömerek öldürdüm.
İkincisi ise, cahiliye döneminde putlara tapar ve onların bizi yaratıcımıza kavuşturacaklarına inanırdık. Seyahatlerimizde tapınmak için, ‘Helvadan putlar yapar, onlara yol boyunca tapar, acıkınca da o helvadan yaptığımız putlarımızı yerdik.”
Kadının ve kızın hiçbir hakka sahip olmadığı bu “Cehalet dönemi”nden sonra gelen adalet, ilim, irfan döneminde kadın, toplumda hürmet gören, eğitim ve öğretimden yararlanabilen, sözü dinlenen, şahitliği kabul edilen, kocanın hak sahibi eşi, çocukların “cennet ayakları altında olan annesi,” kendi malının idaresini kendi yapabilen insan durumuna yükselmiştir. Allah (c.c) “Nisa suresi” adında başlı başına bir sureyi hanımlar için indirmiştir.
IRKCILIK YOK
İslam öncesi toplumun bir başka çarpıcı örneği de kabilesiyle, aşiretiyle veya ırkıyla övünen ve karşısındaki başka insanları küçük görerek aşağılayan bir insanın, İslam’la birlikte eriştiği yüksek ahlak ve karakteri göstermektedir. Bu büyük insanlardan biri de Peygamberimizin ashabından Ebu Zer-i Gıfari (R.A) hazretleridir.
Diyor ki Ebu Zer (R.A.) ; “İslam’la şereflendiğimiz dönemdeydi. Yolda giderken Bilal-i Habeşi ile karşılaştım. Kendisi eski Habeşli bir köle olup derisinin rengi simsiyah idi. Ben kendisine hitaben; ‘Nereden böyle siyah kadının oğlu’ diyerek takılmak istedim. Ancak o, bu sözüme alınmış olacak ki beni Peygamberimize şikâyet etmiş. Peygamberimiz beni çağırarak; Sen de cahiliye döneminin izlerini görüyorum diyerek, beni ve yaptığım işi tenkit etti. Bunun üzerine; mutlaka Bilal’den özür dilemeli ve O’nun gönlünü almalıydım diye düşündüm ve doğruca Bilal’in evine gittim. Başımı, Bilal’in kapısının eşiğine koyarak; ‘Bilal, siyah ayağıyla başıma basmadıkça vallahi başımı buradan kaldırmayacağım’ dedim”.
KURALLAR MANZUMESİ
Asr-ı Saadet’in en önemli hususlarından birisi de insanların saadet ve mutluluğu için konulmuş bulunan kural ve kaidelerinin birbirleriyle güzel bir uyum içerisinde olması ve kesinlikle bir tenakuzun (çelişkinin) bulunmamasıdır. Bir noktasında dahi uyumsuzluk olması, o noktada zulme sebep olacaktır.
Asr-ı Saadette sağlanan adalet, sadece Müslümanlar için değildir. Medine de yaşayan Yahudiler, Münafıklar ve müşrikler de bu adaletten yararlanmışlardır. Özellikle Yahudilerle yapılan anlaşmalar, onların topluma ve sisteme adapte olmaları sağlamış ancak Yahudiler anlaşmaya sadık kalmayarak, Mekkeli müşriklerle birlikte hareket ederek Medine’deki Müslümanları arkadan vurmuşlardır.