Dinimizin geniş kapsam alanının anlayabilmek için Kur’an-ı Kerimin ilk suresi olan Fatiha suresi başta olmak üzere birçok yerinde Rabbimizin buyurduğu; “… Rabbil âlemin…” ayetini ele almalıyız.
Burada ki mana, bir taraftan Allah’ın varlığına işaret olunurken, diğer taraftan hükmünün geçerli olduğu, ihata ettiği (kuşattığı) sahanın bütün âlemler olduğunu, “âlemlerin Rabbi” ayetiyle bizlere işaret etmektedir. Diğer ayetlerde olduğu gibi bu ayeti de şeksiz, şüphesiz kabul ederiz.
Âlemler nedir, denirse bulunduğumuz noktadan itibaren ister makro âleme (gökyüzüne, uzaya doğru) bakalım, ister mikro âleme (mikroplar, hücre ve atomlara) bakalım sonsuz uzaklıkların olduğunu görür, sonsuz yaratıklarla karşılaşırız.
Başka manasıyla âlem; insanlar, hayvanların her çeşidi (karada, suda yaşayanlar) başka bir âlem bitkiler, başka bir âlem ve cansız varlıklar ve gözümüzle göremediğimiz nurani varlıklar da yine âlem olarak karşımıza çıkacaktır. Bir taşın bile dağın tepesinden aşağıya yuvarlanması Allah’ın koyduğu kanun gereğince (yer çekimi kanunu) olduğuna göre Kur’an-ı kerimde canlı ve cansız bütün varlıkların her an Allah’ı zikrettiği bildirilmektedir.
Kâinata en ince ve en hassas ölçülerle nizam veren Allah, canlılar içerisinde “eşref-i mahlûkat (en mükemmel surette)” olarak yarattığı ve kendisine akıl verdiği insanın mutluluğu için bir takım kanunlar (yasalar) koymuştur.
İSLAMIN FERDE YÖNELİK TARAFI
İslam’ın ilk muhatabı insandır. İman, (Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, hayır ve şerrin yaratıcısının Allah olduğuna, öldükten sonra tekrar diriltileceğine ve bir hesap gününün geleceğine…) insana teklif edilmiştir.
Allah’ın bu teklifini kabul edenlere Müslüman denmiş, kabul etmeyenler de Kâfir (Allah’ı kabul etmeyen) veya Müşrik (Allah’a ortak koşan) adı verilmiştir.
Müşrik, Allah’ın varlığını inkâr eden değil, Allah’ın birer kulu olmalarına rağmen akıllarını kullanıp doğru yolu bulamadıklarından ve Allah’a şirk koştuklarından dolayı bu adı almışlardır. (Hıristiyanlık, Allah, Allah’ın oğlu ve Ruhul-kudüs gibi teslis inancını, Yahudiler ise Allah’ı yok farz etmek ve kendilerini Allah’ın yerine koymakla…) Böylece de dünya ve ahiret mutsuzluluğunu hak etmektedirler.
İman her şeyin başıdır. İmansız hiçbir şey olmaz, doğrudur. Ama iman temeli üstüne kurulmuş “İslam sarayını” bilinmezse ve hayatlar da Allah’ın koyduğu ölçüler uygulamazsa, eksik bir inanç ve yaşayış içinde bulunulmaktadır, demektir.
Hâlbuki bu insanlar da şu fani hayatlarında kendilerinden kaynaklanan, çevrelerindeki insanlardan kaynaklanan veya mevcut sistemden kaynaklanan birçok problemleri bulunmaktadır. İman deyip de bu noktada kalan insanlar, bir problemle karşılaştıklarında da onu nasıl çözeceklerini bilmediklerinden, çaresizliğe düşmektedirler. Problemlerin çözümünde ya kendi kendine akıllarından ürettikleri bir çözümü veya hiçbir ölçüye sığmayan ve zaten problem üreten mevcut sistemin bir kuralını tatbik etmektedirler. Her iki halde de yanlış içerisine düşmekte ve manen sorumlu olmaktadırlar.
Peygamberimiz Hazreti Muhammed (s.a.v); “Allah, imansız amelle (yapılan bütün işler ve ibadetler) ile amelsiz imanı kabul etmez” buyurarak, amel (işler) kadar imana, iman kadar amele önem vermemiz gerektiğini bildirmiştir.