Kolye, bileklik, yüzük. En masumundan bir takınız var mı?
Bir arkadaşımla laflıyorduk. ”Benim de vardı. Şimdi onlar bana bakıyor ben onlara ve hiç birini takamıyorum” dedi. Hikayesini de anlattı:
Acile geldiğinizde üzerinizde ne varsa yolarcasına sökülüp yakınınıza verildiğinden bu yana, onlar bana ben onlara uzak. Kimsenin işini zorlaştırmaya hakkım yok. Aile yakınımın eline tutuşturulan takıların üzerine ekstra göz yaşı düşsün istemem.
Takılar, insan için ağır yük. Hiçbir tıbbi görüntüleme cihazına onunla giremiyorsunuz. Ne zaman o cihazlara gireceğiniz de belli değil.
Severim şair beyitlerini. Bir şiirine şöyle başlıyor Cüneyt Süavi: “Her insan ölecek yaştadır.”
‘Haksız’ diyecek tek kişi çıkamaz bu söze.
Ölüme her an hazır olmak… Bu mümkün mü? Bir insan ölüme tam olarak hazır olabilir mi? Şu an yaşayan bebeğinden yaşlısına, herkesin yüzyıl içinde olmayacağı fikri ne kadar dehşetli ise, ölüme kim ne kadar fazla hazırlanabilir? Aranızda “Ben hazırım” diyen var mı?
İbadetine, Müslümanlığına güvenip, ölümün dehşetinden sonrasının belirsizliğinden çekinmeyen var mı? Her nefis ölümü tadacaksa, kim neye güvenip bu dünyada gülerek yaşayabiliyor, kavga edebiliyor.
İnsanlık var olduğundan beri on binlerce yıl geçti. Hikâyelerini okuduğumuz kahramanlar, devlet adamları, iyiler ve kötüler, hepsi dünya mezarlığında kaybolup gittiler. Namları bile unutulan milyonlarca insan, kavgasını verip, burayı bizlere bıraktılar.
Daha inançlıydılar, daha iddialıydılar, daha sağlam yere basıyorlardı ama gittiler. Hiç var olmamış gibi. Ne kadar tantanalı bir hayat yaşasalar da sessizce toprağın altında kıyametin kopmasını bekliyorlar. Toprağın üstündekilerin ölmeyecek iştahını ve aymazlıklarını görüyorlar mı bilemem ama insanlık acınacak halde.
İster kork, ister hasretle bekle. İster ölümden sonra hayatın olduğuna inanma ama gerçek olan bir şey var ki. O da ölümün gerçekliği. Hesaba çekileceğimiz ihtimali varken, müsrif öğrenci olmak ahmaklık değil midir?