Sanırım ya on dört ya da on beş yaşlarındaydım. Belki Almanca tedrisatlı bir okulda okumamdan ötürü belki de çevremden duyduğum bir hikâyeden kaynaklı İkinci Dünya Savaşı konularına merak salmıştım o vakitler.
Nasıl olmuştu da 1939’da Almanya’nın Polonya’yı işgali ile başlayıp, ardından ABD’nin nükleer güç kullanmaya kadar itecek, Normandiya Çıkarması ile 1945’te önce İtalya’nın ardından Almanya ve Japonya’nın koşulsuz teslim olmaları ile sona eren bir savaş, altmış milyona yakın insanın ölümü ile sonuçlanmıştı? Her şeyden önce, Almanya gibi Birinci Dünya Savaşından yenilgiyle çıkmış bir ülke, bir kişinin peşinden giderek böyle bir savaşı başlatmaya kalkmıştı.
Konu tek taraflı ele alınmayacak kadar karmaşık olmakla beraber aslında önce psikolojik ardından da sosyolojik ve ekonomik boyutlar içeriyor.
Sosyolojik ve ekonomik tarafına baktığımızda, enflasyon ve işsizlikle mücadele eden, bunun çözümünü üretmekte zorlanan Almanya yanına İtalya ve Japonya’yı da alarak Polonya’dan başlayarak tüm Avrupa’yı istila etmeye başlıyor ve bu hareketin arkasını da Alman Ari Irk projesine dayandırarak, başta işsizlik olmak üzere ve Almanya’nın ekonomik zayıflığının ülkedeki Yahudi hakimiyetine bağlayarak, Nazi hareketini başlatıyor. Sonucunda da altı milyondan fazla Yahudi bu savaşta öldürülüyor
Peki, Almanya’yı böyle bir girdabın içine kim sokuyor?
1889, Avusturya doğumlu olan, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi lideri, yirminci yüzyılın en güçlü ve kötü şöhretli diktatörlerinden biri olarak kabul edilen, 1933’te Almanya Şansölyesi, 1934’te Führer olarak iktidara yükselen; diktatörlüğü 30 Nisan 1945’te intihar etmesiyle son bulan, Adolf Hitler.
Hitler’in, 1919’da Alman İşçi Partisine üye olmasıyla başlayan politik yaşamı, bu partinin 1920’de Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisine dönüşmesiyle devam ediyor ve 1921’de parti başkanlığına yükseliyor. Aslında, Hitler’in Şansölye seçilmesi için önündeki engel 1925’ten 1932’ye kadar vatansız statüde olması. Ve bu engeli kaldırmak adına, dönemin İçişleri Bakanı ve aynı zamanda Thule Cemiyetinin üyelerinden olan Bakan Dietrich Klagges’in yaptığı atamayla, Hitler, Berlin'de bulunan Brunswick temsilciliğine atanarak devlet memuru statüsü kazanıyor ve Alman vatandaşlığına geçiyor. 1933’te, ülkede kurulan yeni koalisyon hükûmetinin başkanlığına atanmasıyla Şansölye oluyor. 1934’te, Cumhurbaşkanı’nın makamını devralıp ve Führer yani Lider adında bir devlet başkanlığı makamı yaratıyor ve devlet ve hükûmet başkanlıklarını Führer ve Başbakan unvanını kullanarak bir arada yürütüyor. Ve sonuçta Nasyonal sosyalizmin kurucusu olan Hitler, ölümüne kadar Almanya’yı on iki yıl boyunca bu öğretiyle yönetiyor.
Hitler’in siyasi hayatının başına baktığımızda, idealist, inandığı doktrinin peşinde koşan bir lider olarak görüyoruz. Fakat, ilerleyen dönemde elde ettiği gücün, zehirlenmesini yaşadığı ve “Ben ne dersem o olur! Çünkü ben doğruyum!” zihniyetine eriştiği ve bundan kurtulamadığı ortadır.
Psikoloji, bunun temelinin çocukluktan geldiğini, özellikle o dönemde yaşanan travmalarla pekiştiğini söyler. Kişi gittikçe narsis bir yapıya doğru koşar ve tam bir egoist olur.
Egoizm ile bencillik arasında ciddi bir fark vardır. Bencil kişi, herhangi bir durumda önce kendi çıkarlarını koruyup, bu yönde davranırken, egoist kişilik kendinden başka hiçbir şeyi veya kimseyi düşünmez. Bencilliğe bakıldığında olumsuz bir hava sezinlenir ancak aslında kişinin önce kendini düşünmesi yadırganacak bir durum değildir. Zira, doğuştan gelen bu dürtünün, yani kişinin uçakta önce kendi oksijen maskesini sonra çocuğunun oksijen maskesini takmasının ardında bir mantık vardır. Aynı, kişi önce kendisiyle mutlu değilse çevresine de mutluluk veremeyecektir; mantığında olduğu gibi. Bununla beraber, egoist kişi o maskeyi kendinden başkasına takmayı aklına bile getirmeyecektir.
Egoizmin kaynakları çok farklı olabilir. Kimi elde etmiş olduğu paradan, kimi edindiği çevreden, kimi ise fiziki gücünden, bu kibir dolu Güç Zehirlenmesi ’ne kapılabilir. Ancak nihayetinde bir aklımız var. Bu aklımızı kendimiz için olduğu gibi insanlar ve insanlık adına iyi şeyler için kullanabiliriz. Ya da kişisel hırslarımız için de kullanabiliriz.
Hırsının aklının önüne geçmemiş kişilerle karşılaşmanız dileklerimle,