1971 yazıydı. Hemen üst katımızda oturan dedemler siyah beyaz bir televizyon almış, tüm aileyi heyecan sarmıştı. Yaşım çok küçük olmasına rağmen hafızamda yer etmiş birçok hatıra var bununla ilgili.
Örneğin, alınan televizyonun markasının reklamını oturduğu koltuktan izlerken, koltuğun kolçağına vurarak “Benim televizyonum iyidir.” diyen üstat Bilge Zobu’nun o tok sesi ve ardından gelen reklam spotu “Şaaupp Lorenzz”. Bir diğeri ise, tek kanaldan siyah beyaz yayın yapan TRT’nin her gün açılış ve kapanıştaki askerlerin anıtkabir önündeki göndere bayrak çekişi; Rahat, Hazır Ol, Tüfek Omuza, İleri Marş, Kıta Dur, Yerlerinize, Esas Duruş, Dikkkattt!.
Asker bir aileden gelmenin etkisi miydi yoksa görerek öğrenme mi bilemiyorum ama her seferinde ayağa kalkıp bir asker edasıyla selam verdiğimi hatırlıyorum. İlerleyen yıllardan aklımda kalan ise Kaçak dizisindeki Richard Kimble’ın bitip tükenmek bilmeyen maceraları. Her bölümde yeni birileri ile tanışır, onlara yardım eder ve tabi ardından Komiser Gerard’ın bölgeye geldiği haberi alınır ve bir sonraki haftanın macerasını beklemek üzere bize veda ederdi.
Radyo ise bambaşka bir tutkuydu. Pazar günleri, Orhan Boran’lı dakikalar, Arkası Yarın piyesleri, Halit Kıvanç’ın hikâyeleri, Erkan Yolaç’ın “Evet-Hayır” yarışması…
O günlerden bugünlere geldiğimizde hayatımızın ne kadar değiştiğini fark ediyor insan. Geçmişte, saatlerce kütüphanelerde, evin kitaplığında aranan bilgi bugün tek tuşla ulaşabilir hale gelmiş durumda. Teknoloji her gün ilerlerken, bugünlere doğan çocuklarla bizlerin arasında anlayış, hayatı ele alış, hayata karşı duruş gibi birçok alanda farklılıklar olması çok doğal.
Babamı düşünüyorum da bana, “Bizim zamanımızda babamızın önünde bırak bacak bacak üstüne atmayı, karşısında yüksek sesle konuşamazdık.” demişti. Benim ayaklarımı pufa uzatarak televizyon izliyor olmama izin vermesi kendisi için büyük bir adımdı benim zamanımda! 60-70’ler sonrası teknolojinin gelişimi o kadar süratlendi ki kuşaklar arası farklılıklar ciddi anlamda büyüdü. Düşünsenize postacı kalmadı etrafımızda. Herkes elinde bir akıllı telefon, nerede ne yaptığını ne hissettiğini ne yiyip ne içtiğini birbiriyle paylaşma imkanına sahip artık. Biz bunları sonradan öğrenirken, günümüz gençleri bunun içine doğmuş durumda. Büyüklerimiz, Birinci, İkinci, Dünya savaşlarını görmüşken, yoklukla büyümüşken, bizler Kıbrıs çıkartmasını, karartma gecelerini yaşamış, sokakta misketlerimizi vermemek için bizden büyük çocuklara kafa tutmak zorunda kalmışken, onlar ellerinde bir kumanda, kulaklarında kulaklık birbirleriyle konuşarak video oyunları oynuyorlar. İletişimleri de farklı tabi.
Mücadelenin de rekabetin de şekli değişmiş durumda. Daha korumacı bir çevre içinde büyümeleri, hemen her istediklerini kolayca elde etmeleri, tüketimin onların isteklerine doğru yönelmesi ile bambaşka bir model insana doğru ilerliyorlar. Artık, daha erken bir iş, iyi bir pozisyon sahibi olmak, bir an önce varlığa kavuşmak onların gözünde bir hak. Bahsettiğim 1980’lerin başında doğan Y ve 2000 sonrası doğan Z kuşakları. Bu yeni nesillere artık para ya da bir pozisyon sahibi olabilmek yeterli gelmiyor. Ortak özellikleri, daha benciller, özgürlüklerinden ödün vermiyorlar ama bunun yanında adalet ve eşitlik de onlar için ön planda. Teknolojiye çok yatkınlar. Sosyalleşme konusunda ise çok zayıflar ve sürekli anlaşılamamaktan şikayetçiler.
Aslında bu durum onların suçu değil teknolojik gelişimin, evrimin bir sonucu. O nedenle bizlere düşen görev, gençlerimize sahip çıkmak, ortaya çıkmış olan kuşak uçurumunu, çatışmaya dönüştürmeden, ama kendi toplumsal kurallarımızı da unutturmadan, onları dinlemeye, anlamaya çalışarak, daha da önemlisi hoşgörü ile yaklaşarak ailemize, toplumumuza faydalı birer evlat olarak yetiştirmek. Onları anlamak ve kendimizi onlara anlatmak hepimiz için önemli. Belki de biraz okumak, gerekirse uzman görüşüne başvurmak.
Unutmayalım, neticede onlar bizim geleceğimiz! Ektiklerimiz, biçeceklerimiz! Sağlıkla ve Sevgiyle kalın.