Bir ülkede sürekli olarak yargı kurumlarının kararları tartışmaya açılıyor ve hele de henüz tahkikat safhasında olan kimi konularda siyasi amaçlarla olmaması gereken açıklamalar ve yorumlar yapılıyorsa, yani Mahkemeler baskı altına alınmak isteniyorsa, o ülkede insanların gerçekler ve olaylar hakkında doğru sonuca ve düşünceye sahip olmaları imkansız hale gelir.
Bu gün Türkiye'de böyle bir garabet yaşıyoruz.
" Bu memlekette hak hukuk yok. Hukuk ayaklar altında. Mahkemeler tarafsız değil. İktidarın emrinde bir yargı var " gibi iddialarla siyasi sonuçlar alınmaya çalışılıyorsa, esasen bu tam da bir adli takibat konusu olmalı ve Mahkemelerimiz, Hakim ve Savcılarımız, TÜRK MİLLETİ ADINA karar vermeyen kurumlar durumuna düşürülüverir.
Üzüntü verici durum budur.
DEMİRTAŞ ÖRNEĞİ
HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş hakkında yargılandığı bir davada cezasını çektiği gerekçesiyle tahliye kararı verilmesinin ardından, yeniden bir başka önemli soruşturma sebebiyle tutuklanması bazı aklıevvel kesimlerde tenkit ediliyor. Hukuktan bihaber kimi eski Milletvekili sıfatlı kişiler, bu mahkeme kararının doğru olmadığını, kasıtlı olarak alındığını, Demirtaş'ın aynı suçtan ikinci defa yargılandığını ve bunun hukuken mümkün olmadığını, haksızlık olduğunu savunabilmektedirler.
Oysa henüz tümüyle soruşturma safhasında olan, hatta soruşturmaya konu edilen meselenin uzun zamandır tutuklu bulunduğu ve aldığı cezaya karşılık hapiste yattığı o davadan tahliyesini gerektiren durumla alakası olmayan bir başka suç isnadı sebebiyle tahliye edilmemesi eleştirilecek bir konu mu?
Bir kişi hakkında herhangi bir suçtan dolayı dava açılabilir. Ceza da verilebilir. Mahkumiyet cezasını karşılayacak süre tamamlanınca tahliyesine karar verilir. Ama bir başka suç sebebiyle açılmış bir soruşturma var ise, o sanığın veya hükümlünün hem tahliye işlemi yapılır ve hem de açılan veya açılacak olan dava için yeniden bir tutukluluk kararı verilmesi de tamamen hukuki bir işlemdir.
Ama her şeyi birbirine karıştıran ve devam eden bir adli tahkikatı bile sulandırmaya saptırmaya çalışan, açılmış ve devam eden bir dava hususunda televizyon ekranlarında mahkemeleri baskı altına alma niyeti güden, bunu da basit siyasi çıkarları için, yani " biraz da " Sureti Hak'tan gözükmek " gözükmek içişn yapanların cehaletine şaşırmamak elde değil.
Zaman zaman Muhalefet Partilerimizin Liderleri ve mensupları, Türkiye'de hukukun yerlerde süründüğünü iddia ederken, kendileri hakkında ve lehlerine kararlar çıktığı zaman hiç utanmadıklarını ve bu tutum ve söylemlerinden dolayı mahçup olmadıklarını görüyoruz. Bu konuda bir çok örnek sayılabilir.
Hukuk herkes için lazımdır. Mahkemeler verdikleri kararları kanunlara ve Hakimlerin vicdani kanaatlerine göre verirler. Vatandaşların bu kararları eleştirmek de hakkıdır. Ama haksızlık yaparak Mahkemelerimizi töhmet altında çalışmaya mecbur etmek ne hakka ne adalete ne de insaniyete yakışır bir tutum ve tavır olamaz.
Siyaset yapmanın meşru zemini vardır. Hukuk meselelerini tartışmanın ve hele de verilmiş Mahkeme kararlarının ya da yargılama süreçlerinin hoyratça tenkit edilmesi ne insanlarımıza ve ne de ülkemize bir fayda sağlar.
ADALET REFORMU KONUSU
Türkiye adli meselelerde tarihinin belki de en ağır sürecini yaşıyor. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından binlerce kişi hakkında yargılama süreci başlatıldı. Hapishaneler sanıklarla dolu. Türk Adli sistemi ve kıymetli Hukukçularımız bu ağır yükün altından kalkmak için geceli gündüzlü çalışıyorlar. Bu arada yaşananlar da gösterdi ki, Türkiye Cumhuriyeti " Anayasal Çerçevede " kalmak kaydıyla bir "Yargı Reformu " yapılmasına ihtiyaç olduğunu gördü. Bu konuda çok önemli bir " Yargı reformu taslağı " hazırlandı. Bu taslak Meclisimizdeki Partilerimizin görüşlerine sunuldu. Elbette hayırlı bir çalışma İktidar ve Muhalefet kanadının anlayışlı ve iyi niyetli çalışmasıyla ortaya konulacaktır.
Adalet Bakanı Sayın Abdülhamid Gül'ün tam da bu çalışmaları hızlı bir biçimde intaç edeceği sırada bir " FETÖ Borsası " iddiası ortaya atıldı. Güya bazı FETÖ mensupları bir eski AK Parti Milletvekili olan Şamil Tayyar'ın iddiasına göre yüklü rüşvetler vererek kurtulmuşlar. Bunların bir delili var mı, var ise bu konunun Sayın Adalet Bakanı'nı doğrudan ilzam eden bir durum olup olmadığına kim karar verecek? Sayın Bakan bu pis işlerin ortaya atılması sebebiyle çok sert bir çıkış yaptı ve " Dün FETÖ'cülerle maklube kaşıklayanlar bunu yapıyor " gibi bir de tespitte bulundu. Aynen katılabileceğimiz bu tespit sebebiyle mevzubahis olan iddialar konusunda Cumhuriyet Savcılıklarına suç duyurusunda bulunmasının şart olduğunu da düşünenlerdenim.
Böyle bir şey olamaz. Türkiye Hukuk Sisteminin en önemli reformlarından birine mesai harcayan bir Adalet Bakanı'nın tartışılmasına sebep olanlara şüpheyle bakmak ve hatta üstüne basa basa ifade ediyorum; KRİPTO demekten öte bir yakıştırma da bulamıyorum.
Tüm bu kirli meselelerin ortaya çıkarılmasını beklemek de bir vataş olarak hakkımızdır diyorum.