Türkiye'nin en çok tartıştığı konu elbette HUKUK...
Ama her nedense kendisine " Hukukçu " denilmesinden son derece zevk duyanların en net ve en basit hukuk konularında acayip ihtilaflara düştükleri görülüyor.
Bu duruma en basit örnek ise hemen hemen her gün televizyon programlarında İstanbul seçimlerini tartışan ve bir türlü anlaşamayan hukukçu (!) larımızın halidir.
Oysa bir meselenin hukuki mahiyeti şöyle ya da böyle bellidir.
Şayet herhangi bir konuda filanca kesimden bazı hukukçular ayrı, bir başka kesimden hukukçular ise daha da ayrı görüşleri ısrarla savunurken, değişik görüş ve anlayıştaki insanlarımız," Yahu iyi ki bu adamlar Hakim olmamışlar. Ya da savcı olmamışlar. Şayet Hakim ya da Savcı olsalardı yanmıştık " diye düşünüyorlar.
İşte tam da burada Devlet, hukuk kurumlarını konumlandırıken, onların görev alanlarını tayin ederken çok zorlanıyor.
Mahkemel var. Bidayet Mahkemeleri, normal ceza ve hukuk mahkemeleri, bunların üstünde sayılan Ağır Ceza Mahkemeleri çalışmalarında adaletin gereğini yapıyorlar. Bu mahkemelerin üstünde de Yüksek Yargı organı var. Yani Yargıtay var, Anayasa Mahkemesi var ve bir de üstüne üstlük tabi olduğumuz Avrupa Hukuk normları açısından faaliyetlerini onaylayıp oraya da müracaat hakkı tanıdığımız Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi var.
Bu arada milyonlarca dosyanın yükü altında ezilen ve vakit yetmezliği sebebiyle sonuçlandırılamayan davaların bir an önce sonuçlanabilmesi için, yine de yargı yolunu tıkamaksızın ara çözüm üretmesi için kurulan İstinaf Mahkemeleri var.
Ama Türkiye Hukuk Fakültelerinden mezun edip bu toplumun yargılama, kamu adına hukuki iddia makamı oluşturma konusunda görev verdiği hukukçularının tümünü içine alan bir tartışma atmosferinden çıkarılamıyor.
Yine güncel örnek olarak Yüksek Seçim Kurulu'nun kararları üzerinde yapılan tartışmaları örnek göstermek herhalde yeterlidir.
Çok kıdemli, tecrübeli ve çalıştıkları Yüksek Mahkemelerin üyeleri arasından oylama ile seçilen YSK'nın Muhterem üyeleri sanki sıradan bir genç Avukat kadar hukuk bilgisine, mesleki sorumluluğa ve etik hassasiyete sahip değilmiş gibi, verdikleri karar sebebiyle ağır eleştirilere hatta hakaretlere maruz kalabilmektedirler.
Böyle bir toptan saygısızlık durumunun insana ilk düşündürdüğü şey, " Ülkede Hukukçuların çok iyi bir mesleki terbiye eğitiminden geçirilmesinin bir zorunluluk olduğu" dur.
Bir hukukçu olmadığım için "Yargı Reformu konusu " nun detaylarına girmek ve görüş serdetmek istemiyorum. Ancak, Hukukçuların ideolojik kümelenmelerine ve siyasi tercihlerini hakkı ve haddi olmsızın topluma dayatmalarına bir vatandaş olarak şiddetle karşıyım.
Topluma adaletin gereğini yerine getirmek konusunda hem insani, hem de vicdani borcu olan Hukuk adamlarının mesleklerini adil ve düzenli, zaman açısından da mümkün olan en kısa zamanda alacakları kararlarla, istihsal edecekleri hükümlerle icra etmeleri genel arzumuzdur.
Bizim kültürümüzde " Adaletin kestiği parmak acımaz " diye bir tabir vardır.
ADALET ülkün temelidir.
Mahkemeler adil olmadığına inanılan kararlar alamazlar. Hukuk mevzuatını herkes işine geldiği gibi ya da kendi siyasi ya da ideolojik düşüncelerine göre yorumlayamaz.
En net anlaşılması ve kabul edilmesi gereken kararlar Mahkeme kararları olmalıdır.
Yargı Reformu Strateji Belgesi hazırlanması ve Yargının bu belgede ön görülen değişiklik lerle hedefler doğrultusunda daha verimli olması, gerektiği gibi haysiyetli kurumlar olarak hayatımızda arzu edilen yerini alması herhalde herkesin dileği ve temennisi olmalıdır.
Bu Strateji Belgesi sayesinde;
Zamanın şartlarına ve ruhuna, mer'i Anayasa ve bu Anayasaya uygun olarak hazırlanan kanunlara, bu kanunları uygulama yükümlülüğünde olan Hukukçularımıza, Yargı Mensuplarına daha bir kolaylık sağlamasını ve toplumdaki saygın yerlerini koruyabilmeleri açısından daha geniş imkan ve salahiyetlere kavuşturulmasını temenni ederiz.