Aklı eren ermeyen, siyasi görüşü ve meselelere bakışı çem çeşit özellikler taşıyan herkesin kamuoyunu kendi doğruları yönünde hizalandırmaya çalışmasını anlamakta bir " Aydın perspektifi " ile izah edemiyoruz.
Evet, herkesin herhangi bir konuda görüş ve düşüncesi olabilir.
Ama "Fikir sahibi olmadan kanaat sahibi olmak " gibi bir dışa vurumla kamuoyunu yönlendirmeye kalkışılmasını akıl süzgecinden geçirip anlamlandırmaya imkan yoktur. Zira, bir hukukçunun tıbbi konularda fikir beyan edebilmesine belki sadece " "Adli tıp konuları " itibariyle imkan bulunabilir. Ama kanser hastalığı konusunda yapacağı bir değerlendirmenin tümüyle doğru olabileceğini kabul etmek imkansızdır. Eğer bir hukukçu bunu yapıyor ise, sadece hadsizlikle izah etmek yetmez. Tam bir cehalet kabul edilebilir.
Bu örnekleri çoğaltabiliriz.
Türkiye'mizin sorunlarına dair görüş ve düşünceleri de aynen bu örnekleme çerçevesinde ele almak durumundayız.
Bu gün gündemimizi işgal eden konulara bakalım:
1-Dış politikada Suriye meselesi tartışılıyor. Ağzı olan konuşuyor, eline kalemi alan aklına ne geldiyse yazıyor. İyi de bu meselede asıl görüş sahibi olması gereken ve sorumlu olan kim? Devlet. Devleti kim yönetiyor, Hükümet.
Bu konuda Devletin güttüğü siyasetin doğruluğunu veya yanlışlığını AVAM mı takdir ve tayin edecek?
Mesleği ne olursa olsun, Devletin siyasetine dair, " icra makamında olmayan " bir kişinin kamuoyu karşısına çıkıp fiili durum açısından son derece kritik olan Suriye meselesi hakkında görüş bildirmesi, bunu da sürekli olarak medya organlarında yapması doğru mu? Asla doğru kabul edilemez. Ama maalesef bu son derece olumsuz faaliyetleri izlemekten yorulmuş bir kamuoyumuz var.
2-Gelelim Devletin doğrudan sorumlulukları ve yetki alanlarıyla ilgili diğer icraatlarına dair ileri sürülen görüşlere, eleştiri ve alakasız yorumlarla kamuoyunu ciddi bir biçimde rahatsız eden tartışmalara.
Memlekette deprem mi oldu? Herkes bir ölçüde Jeoloji uzmanı olup çıkıyor. Ağzı olan konuşuyor. Daha bir kaç saat geçmeden Devletin depremzedelere neden hemen sağlam konutlar yapıp vermediğini savunanlara rastlıyorsunuz. Sanki Türkiye'de Devletin her vatandaşına bir konut sağlama hatta içini de tefriş edip teslim etme sorumluluğu varmış gibi....
Elbette afete uğrayan vatandaşlara Devletin de Milletin de yardım etmesi gerekir. Ama bunu bile siyasi istismar konusu haline getiren bir sosyolojik sapkınlık görülebiliyorsa, ortada ciddi bir "VİCDAN " sorunumuz var demektir.
Bu ülkede en önemli hayır kurumu olan Kızılay'ın bile ağır deprem hadisesi yaşandığı günlerde mali bir mesele sebebiyle çarmıha gerilmek istenmesini neyle izah edebiliriz?
Doğruyu ve yanlışı ayırt edebilme kabiliyeti, Allah Teala tarafından canlı varlıkların en mükemmel yaratılışta olanına yani insana bahşedilmiş çok önemli bir özelliktir.
Doğru bir tanedir. Yanlış da öyle.
Bize göre doğru, başkasına göre yanlış, ya da bize göre yanlış başkasına göre doğru olamaz.
Peki öyleyse doğruluğu ya da yanlışlığı gün gibi ortada olan meselelere neden olması gerektiği gibi bakamıyor ve neden her konuda ihtilafa düşüyoruz?
Bu sosyal hastalığın tüm bedeni sardığı bir ülkede huzur da istikrar da geleceğe güven duygusu da zedelenir.
Türkiye'mizin bu zor günlerinde doğruya doğru yanlışa yanlış diyecek bir şuurla hareket etmemiz, artık asla ıskalayamayacağımız bir sorumluluktur.
Suriye topraklarında saldırıya uğrayan ve Ülkemizin Onurunu temsil eden, Suriye'nin istikrarına ve bütünlüğüne katkı sağlamaktan öte bir kaygı ve düşüncesi bulunmayan, aynı zamanda ülkemizin de BEKA'sı için mücadele eden Kahraman Mehmetçiklerimizden 5'i Alçak Esed rejiminin saldırısı sonucu Şehid oldular. Onlara gani rahmet, Ailelerine ve Aziz Milletimize başsağlığı diliyorum.
Bu olayları değerlendirirken, lütfen herkesin Devletimizin yanında tek vücut olarak yer almasını ve gelişmeleri asla siyasi çekişme malzemesi haline getirmemesini temenni ediyorum.