Bu güzel memleketin güzel insanları çaresi çok zor bulunacak bir derde müpteladır.
Bu çaresiz dert " Sürekli kötümserlik" tir.
Bu ülkenin güzel insanları çok değil elli sene önce ayağına iskarpin alamayacak kadar imkansızlıklar içindeydi.
Kış günlerinde sırtında bir paltosu olmadığı için sokaklarda titreyerek işe gider, kömür sobalarının dumanını koklaya koklaya mesai yapar, akşamları evinde de israf olmasın diye en fazla 3-4 saat soba yakabilirdi.
Çocukların ayaklarına lastikten bir çizme alabilen aile sayısı da belli ve bir kaçı geçmez idi. Bu ailelere zengin denilirdi.
Öyle her evin önünde hususi otomobil yoktu. Arabası olanların sayısı bir büyük ilçede üç dördü geçmezdi. İstanbul sokaklarında o yıllarda trafik sıkışıklığı diye bir şey söz konusu değildi. Çünkü o zamanlar her evde birden fazla otomobil de yoktu.
İnsanlar işyerlerine dolmuş taksilerle giderler ya da bir iki kilometrelik mesafede ise iş yerine gitmek için yaya yürümeyi tercih ederler, böylece tasarruf ederlerdi.
O zamanlar kimsenin ve hele de dar gelirli olduğunu şikayet konusu yapan insanların evlerinde kat kat elbisesi, onlarca gömleği, çok sayıda model model kundurası yoktu.
Yine o yıllarda değil Amerikan sigarası içmek, filtreli sigara içmek bile hali vakti yerinde olan insanların harcı idi. Tiryakiler ucuza geldiği için sarma tütün içerlerdi. Bilhassa da Türk tütünü içerlerdi. Yani Virjinya tütünü bu ülkede bilinmezdi.
Devletin okulları varken, hiç kimse çocuğunu özel okullara gönderip milyonlarca lira ödemezdi, ödeyemezdi.
Ülkede zaten özel okul sayısı bir elin parmakları kadar ya vardı ya yoktu.
Şimdi Kreşlere aylık binlerce para veren, sonra da okul öncesi eğitim ve sonrası için özel okullara keza binlerce para ödemeyi marifet sayan veliler de yoktu.
O zamanlar millet tasarrufu biliyordu. Aldığı sembolik maaşlarından biriktirip bir ev alabiliyordu.
O zamanlar kimsenin cebinde çok sayıda tefeci kuruluşların para çekme kartı da yoktu.
Parası olan ihtiyacı ne ise onu peşin para ile alırdı. Yani hem malın bedelini verip hem de üstüne tefecilere komisyon ödeme gibi bir garabeti yaşamazlardı.
O zamanlar insanlarımız Devlete saygıda kusur etmezlerdi.
Devleti kendileri için çok yüce bir değerle korunacak yapı olarak bilirlerdi. " Neyimiz varsa Devletimize feda olsun " yüce anlayışına sahiptiler.
O zamanlar kimse hiç bir şekilde ve hiç bir sebeple Devletin Başındaki Cumhurbaşkanı'na saygıda kusur etmezdi, böyle bir şeyi aklından bile geçirmez ve terbiyesizlik olarak kabul ederdi.
O tarihlerde İstanbul'dan Ankara'ya ya da Konya'ya bir otobüsle 10-12 saatte ancak gidebilirdiniz. Ya akşam saatlerinde veya sabahları otobüs bulabilirdiniz. İstanbul'dan trenle Konya'ya 48 saatte ancak ulaşabilirdiniz.
Uçakla seyahat etme imkanı belli bir kaç büyük vilayette mümkün olabilirdi.
Hali vakti iyi olanların çoğu ömründe uçak veya havaalanı görmeden hayata veda etmişti.
Bu günkü gibi herkes değil, ancak çok zenginler uçak yolculuğu yapabilirdi.
Yurt dışında tatile giden insan sayısı da belki bir elin parmakları kadardı.
Hele de memleketimizin cennet köşeleri ve sahilleri dururken, Yunan adalarına gidip elin Yunanlısına kucak dolusu para kazan bir kimse de duyulmuş değildi.
Bu günün imkanları, fırsatları, hayat seviyesinin dünyada yüzlerce ülkeden daha iyi olması durumu kimseyi tatmin etmiyor.
Herkes mülti milyoner gibi yaşamak istiyor.
Geliri ile mütenasip bir hayat yerine, savruk, lükse düşkün, borçlanmadan zerrece korkmayan, sonunda da perişan olan kitleler dünkü Türkiye'de yaşayan
aile büyüklerinin geçmişte ne zorluklar içinde yaşadığını hiç düşünmüyor.
İşte en büyük dert hangi şartlardan bu günlere geldiğimizi hiç düşünmeme halidir.
Bu düşüncesizlik ve genel sorumsuzluk aileden başlamak üzere Devlet kurumlarına kadar tüm dert ve sıkıntıların sebebidir.
Bu durumun sebebi ise EĞİTİMSİZLİKTİR ya da insanlarımızı olması gerektiği gibi eğitememizdir.