Varlık alemine dair çok net ve gerçek bir bilgi vardır; o da her şeyin bir ömrü olduğu gerçeğini kabullenmemizi telkin eden bilgidir.
Allah Teala'nın yarattığı varlıklar aleminde ne varsa, bir gün " Yokluk " dediğimiz gerçeğin ta kendisi oluverecektir.
Bir istisna var ki, o da insan oğlunun hayatı ve sonrasında ölümü ile açılacak olan yeni hayatın yani " Ahiret"in takdir edildiği üzere mükafat ya da mücazat (Cezalar) yönüyle yaşanılacak olan başkaca sonsuzluk evresidir.
İslamiyet'te ahiret inancına dair ne varsa bizler iman ettik.
İslam öncesi semavi inançlarda da hayat ve sonrası için benzer izahlar vardır. Cennet ve cehennem hayatına dair bir çok örnekleme yapılabilir.
Tahrif edilmiş olmasına rağmen İncil'de, ondan önce de Tevrat ve Zebur'da da aynı anlamı içeren İlahi mesajlara, tembih ve ikazlara dair bölümler, kıssalarda hükümler ve tavsiyeler yer almaktadır.
Kur'anın indirilişinden önce bu kitaplara ve İlahi emir ve irade ile görevlendirilen Peygamberlere iman edilmesi şart koşulmuştur.
Yüz yıllar öncesi gelen bu İlahi emirlere uyanlar olmuş, uymayan ve inanmayanlar olmuştur.
Sonuçta dünyanın yaratılışından ve insan oğlu'nun Atası Adem Aleyhisselam'ın dünyaya indirilişinden bu yana geçen binlerce sene ömrü ne kadar olursa olsun, insanların öldüğü, ahiret gününde hesap vereceği mahşer meydanında kısacık dünya hayatının hesabını vermek üzere yeniden diriltileceği hususu bizim İman esaslarından birisi olarak kabul ettiğimiz ayrıca bir gerçektir.
" ...Velba'sü Badel Mevt " gerçeğidir bu.
Ölümden sonra dirileceğimizi anlatan kısaca "Amentü" adıyla okuduğumuz dua..
Peki bu günün dünyasında insan oğlu en fazla yüz senelik bir fani dünya hayatını ve bir anda uçup gidecek olan ve tatmin etmekte zorlandığı nefsini, bir türlü manen arındıramadığı ruhunu besleme kaygısından öte bir değeri olmayan kısacık ömrü ebedi bir ahiret hayatına nasıl tercih edebiliyor?
İşte bu yanlış tercih sebebiyle sadece dünyevi kaygılar yüzünden ömür tüketen ve her geçen günün aslında kendisi için zararla geçtiğini anlamaktan aciz olan insanlar olarak bu fani ömür süresince neye, niçin ve neden değer verdiğimizi hiç düşünebiliyor muyuz?
Hızla so'a yaklaştığımızı hiç aklımızdan geçiriyor muyuz?
Edindiğimiz servetlerin, malların mülklerin bizleri istediğimiz kadar yaşatamayacağını, öldükten sonra da dünyada bıraktığımız hiç bir maddi varlığın bizim için herhangi bir değeri olamayabileceğini düşünüyor muyuz?
Sona doğru yaklaşırken müthiş bir gaflet içinde hiç ölmeyecekmiş gibi çalışmıyor muyuz?
Oysa; Yüce Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselam, " Hiç ölmeyecek gibi dünyaya, yarın ölecekmiş gibi de ahirete çalışın " buyuruyor.
Hiç bir buluş, hiç bir teknik ve hiç bir Kudret, Allah Tala'nın yarattığı ve bizlerin ömrünü ihata ve inşa eden vaktin yani zamanın akışını durdurması nasıl imkansız ise, ölüm gerçeğini inkar edebilmek de o derece imkansızdır.
Yaşadığımız Evren'de ölüme sebep olan her hadise ve gelişmenin asıl İRADE SAHİBİ Yüce Rabbimizin yarattığı şeyler olduğunu bilmiyor muyuz?
Hayrın ve şerrin, ölümün ve ölümden sonra diriltilmenin O Yüce Yaratan'ın gücü ve iradesiyle olacağını kabul etmek zorunda değil miyiz?
Öyleyse bir virüs bizi bu kadar nasıl oluyor da korkutabiliyor?
Tedbir alacağız, tavsiyelere uyacağız, sonra da Allah'a tevekkül edeceğiz.
Bileceğiz ki, yaşadığımız ve hiç beklenmedik biçimde ortaya çıkan salgınlar ve çaresiz dert ve hastalıklar bizleri kaçınılmaz olan SON'a götüren vesilelerdir.
Dikkat edelim, " Tevekkeltü Alallah " deyip O'nun takdirine boyun eğerek rıza gösterelim.
Görecek ve anlayacağız ki bu tevekkül ve teslimiyet bizim içinde endişeyle yaşadığımız sıkıntıları ortadan kaldıracak ve bizleri rahatlatacaktır.
O sebepledir ki, " Bu da geçer Ya Huu " diyeceğiz, o kadar.