Kadına Şiddetle Örtülen Gerçek
Toplumsal cinsiyet eşitliğinin çıkış noktası hemen her gün bir olayla gündemde tutulan kadına şiddet olaylarıdır.
Bu olayların kamu vicdanında doğurduğu infial toplumsal cinsiyet politikalarının yaygınlık kazanmasına yardımcı olmakta, şiddete uğrayan her kadınla bu politikaların zemini sağlamlaşmaktadır.
İroni gibi gözükse de şiddetin sona ermesi ya da az görünür hale gelmesi toplumsal cinsiyet gündemi açısından istenmeyen bir durumdur. Bu noktada bu politikaların gerçekten sadra şifa bir mahiyetinin olup olmadığını sorgulamak ilginç olabilir. Toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik politikalar kadına şiddeti ve ayrımcılığı azaltacak politikalar mıdır gerçekten? Doğrusu kadın ve cinsiyet eksenli bir okumaya sahip olduğu için özünde ayrımcı olduğunu düşündüğümüz bu politikalardan böyle olumlu etkiler beklemenin hayal olduğunu düşünüyoruz.
Zaten söz konusu politikaları uzun yıllardır uygulayan ülkelerdeki tablo da bu düşüncemizi doğrulayacak veriler sunmaktadır.
SEKAM tarafından bu konuda yapılan bir araştırma toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili politikaları en iyi uygulayan 4 ülkede (İzlanda, Finlandiya, Norveç ve İsveç) gelinen noktanın hiç de iç açıcı olmadığını göstermektedir.
Söz konusu ülkelerde evlenme ve boşanma oranları, kadına şiddet, aile yapısı, alkol ve madde kullanımı ve intihar oranları şeklindeki değişkenlere bakıldığında oranların son 50 yıl içerisinde iyileşmek bir tarafa daha kötüye gittiği görülmüştür.
Aynı ülkelerde son 50 yılda boşanma oranları %100’ün üzerinde artmış, buna karşılık evlenme oranlarında düşüş yaşanmıştır.
Yine bu ülkelerde doğan çocukların yarıya yakını, bazı ülkelerde ise yarıdan fazlası evlilik dışı beraberlikler sonucu dünyaya gelmektedir.
Kadına şiddet konusunun bu ülkelerde en önemli toplumsal sorun olmaya devam etmesi de ilginçtir.
Dahası kadın ve gençlerde görülen intihar düzeyinin yüksekliği toplumsal cinsiyet politikaları ve kadın erkek arasındaki eşitlik çabalarının istenilen sonucu vermediğini gösteren bir diğer bulgudur.
Karartmaya Dikkat
Toplumsal cinsiyet eşitliği adı altında uygulanan proje, tekrar edelim, küresel, uzun vadeli ve insan türüne düşman bir içeriğe sahiptir.
Kadına şiddet gibi aklı başında herkesin karşı çıkacağı bir gündem üzerinden karartma yapılmakta, bu noktada özde güzel niyetlerle hareket eden kimileri de insan türüne yönelik kapsamlı bir saldırının taşeronu derekesine düşmektedirler.
Kadın erkek eşitliği ile başlayıp cinsi yönelimlerin serbestliğine, oradan da cinsiyetsiz toplum projesine kadar uzanan etraflı bir konunun dönüp dolaşıp kadına şiddet konusuna indirgenmesi manidardır.
Birileri karartma ve gözden kaçırma ile yürüyen tekere çomak sokulmasını engellemek istemektedir.
Konunun vahim boyutları ve sahip olduğu toplum tasavvurunun toplumsal fayda ve zarar açısından tartışılması istenmemekte, bu noktada proje savunucuları anlamlı bir suskunluğu tercih etmektedir.
Muhtemelen konunun tek taraflı tartışılması ve kadına şiddet gibi duygusal bir boyutta kalmasının toplumsal cinsiyet temelli yönelimin esas amacını gizleyeceğini düşünüyorlar.
Toplumsal cinsiyet konusu ne kadar az konuşulur ya da kadına şiddet gibi hissi bir boyuta ne kadar çok indirgenirse bunlar o kadar kazançlı çıkacaklar muhtemelen.
Onların kazancının bizim ve çocuklarımızın kaybı olacağını fark etmemiz gerekiyor.
Toplumsal cinsiyet eşitliği başlığı altında aile kurumumuzu ve geleceğimizi ipotek altına alma amaçlı, kapsamlı ve güdümlü projenin toplumun sinir uçlarını meflûç edecek, kadına şiddet gibi tek bir boyut ile gözden kaçırılmasına müsaade edilmemelidir.
Feminist kesimlerin gayretleri ile küresel bir mahiyet kazanan toplumsal cinsiyet eşitliği insan türüne, onuruna ve geleceğine açılmış savaşın sinsi bir cephesidir.
Bu cepheyi açanlar mağduriyet, eşitlik, hak ve adalet gibi kavramların arkasına sığınarak geleceğimizi biçimlendirmek istiyorlar.
Tüketim çılgınlığı ve insan genine müdahaleler ile birlikte Hz. Adem’den bu yana devam eden Hak-batıl savaşında açılmış üç cepheden birisinin hain, gafil ve akılsızlar eliyle oluşturulan örtük ve yumuşak politikalarla hayata geçirilmesi, dolayısıyla geleceğimiz, neslimiz ve şerefimiz üzerindeki sinsi tahribata müsaade edilmemesi hepimizin üzerine düşen bir vazifedir.