Aileye de Düşman;
Kadın ve erkeğe özgü kadim rolleri, değerleri ve bakış açısını ortadan kaldırma amaçlı cinsiyetsiz toplum projesi nihai maksadı itibarıyla fıtrata ve insan türüne düşman bir projedir.
Yüce Yaradan Allah’ın kadın ve erkek şeklinde yarattığı cinsler arasındaki farklılığı görmezden gelir, bir cinsin diğerine olan muamelesini odağına alarak ayrımcılık noktasından hareket eder. Kadın ve erkeğin kendilerine verilen roller çerçevesinde oluşturdukları aile kurumu da bu bakış açısına göre problemli bir kurumdur. Yanlış kurgulanmış rollerle oluşturulmuş bu kurum şiddetin kaynağı konumundadır. Bu kurumda hepimize atfedilen anne, baba, oğul, kız gibi roller, tıpkı fıtri cinsiyetler gibi bir dayatma(!) içerir; bu anlamda aile, insanların özgür iradelerini kullanmalarının engellenmesi ve mevcut kalıplara göre ehlileştirilmesine yönelik bir araçtan öteye gitmez.
Toplumsal cinsiyet bilincinin yaygınlaşması ve cinsi yönelimin her türlüsünün meşrulaştırılması önünde bir engel olarak aile kurumu da bir şekilde dönüştürülmeli, her türlü rolün rahatça üstlenilip yaşandığı sınırsız ve sorumsuz bir içeriğe bürünmesinin önü açılmalıdır.
Toplumsal cinsiyet eşitliği kadına yönelik ayrımcılığın kaldırılması maskesi altına eşcinsellerin evlenmelerinin de halince gizlenmiş şeytani bir proje olduğunu söyleyebilirim..
İnsanın kendi türüne, Allah’ın ona biçtiği rollere, fıtrata ve aileye savaş açmış bu projenin operasyon sahası bütün küredir.
Bu projenin bir stratejiye sahip olduğunu görmemiz gerekiyor.
Uzun vadeli amacı insan neslini bozmak olan bu strateji kısa ve orta vadede kadim değerler, roller ve algıların örselenmesi ve zamanla buharlaşması amacına yönelik bilinçli ve maksatlı bir itibarsızlaştırma ile hareket etmektedir.
Temel politika bellidir: Şiddetin engellenmesi gibi meşru bir noktadan yola çıkarak oluşturulacak zeminde toplumsal cinsiyet kavramının ana akım bir anlayış haline getirilmesi sağlanacaktır.
Bu konunun ana akım anlayış haline gelmesi; kadın ve erkeğin eşitliği, cinsiyetin verilen değil seçilen bir şey olduğu gibi kabul ve yargıların kadim değerlerin yerini almasını doğuracaktır.
Toplumsal cinsiyetin böyle bir yaygınlık kazanması cinsel yönelim özgürlüğünü getirecek, üçüncü cins kavramı meşruiyet kazanacak, hemcinsler arası evlilikler normalleşecek, en basitinden cinsiyetsiz tuvaletler gibi örneklerin yaygınlaştığı ve cinsiyetin artık bir “mesele” olarak görülmediği bir hayat tarzı makbul bir boyuta taşınacaktır. Sadece ülkemizde değil bütün dünyada planlı, uzun vadeli ve sinsi bir şekilde yürütülen bu stratejinin en önemli adımı ülkemizin ilk imzacısı olma önceliğini elde ettiği İstanbul Sözleşmesi ile atılmıştır.
Kaynak İstanbul Sözleşmesi
İstanbul Sözleşmesi’nin temeli Birleşmiş Milletlerin toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik en önemli belgelerinden birisi olan Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW)’ne dayanmaktadır.
Bu sözleşme kadınlara karşı yapılan ayrımcılığı ortadan kaldırmayı ve kadınların haklarını korumayı esas almaktadır. Bu anlamda taraf devletler üzerinde bağlayıcılığı bulunan bir belgedir. Kadın erkek eşitliğinin her alanda sağlanması için imzacı devletlere her türlü yasal değişikliği yapma ve gerekli önlemleri alma zorunluluğu getirmektedir.
Ülkemizde 8 Mart 2012 tarihinde kabul edilen “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun”, CEDAW ve İstanbul Sözleşmesi esas alınarak hazırlanmıştır.
Yine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın, 5 yıllık Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı’nın (2008-2013) hareket noktasını toplumsal cinsiyet temelli uluslararası belgeler oluşturmuştur.
Söz konusu uluslararası belgeler, taraf ülkelere; yasa ve düzenlemelerde kadın ve erkeğe eşit davranılması, bazı konularda kadınlara pozitif ayırımcılık uygulanması ve toplumsal cinsiyetin diğer politikalar içerisine bir gündem olarak yerleştirilmesi şeklinde üç yöntem önermektedir. “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” ya da kısaca İstanbul Sözleşmesi Türkiye tarafından 2011 yılında imzalanmış ve bu yöntemleri içeren uluslararası bir sözleşme olarak ülkemizdeki toplumsal cinsiyet temelli politikaların dayanağını oluşturmaktadır.
81 maddeden oluşan bu belge kadına şiddet ve aile içi şiddeti odağına almasına rağmen cinsiyet ve toplumsal cinsiyet kavramlarının yanı sıra fıtrata aykırı ilişkileri meşrulaştıracak “cinsel yönelim” kavramını kullanmakta, namus kavramını ise birçok yerde “sözde namus” ifadesi ile itibarsızlaştırmaktadır.
Milli Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Genel Müdürlüğü tarafından koordine edilen ve British Council liderliğindeki bir konsorsiyum tarafından teknik destek verilen “Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi Projesi” (ETCEP) de İstanbul Sözleşmesi temelli toplumsal cinsiyetin ana akım gündem haline getirilmesine yönelik uzun vadeli stratejinin bir bakanlıkta ortaya çıkan bileşenlerinden birisidir. İptali ya da ertelenmesi söz konusu stratejinin rafa kaldırıldığı anlamına gelmemektedir.