Eskiden büyüklerimizin eskiyi çok anlatması anması insanı gerçekten bayıyor gibi geliyordu. Klasik askerlik anıları, çocukluk anıları, eski bayramlar vs… Belki de yaşadıkları dönemde eski mutluluklarını bulamadıklarının bir tezahürüydü bu, anılarda kalıyorlardı.
Ben bugün kırk beş yaşındayım ve artık eski bir olaydan bahsederken “ otuz yıllık arkadaşım, yirmi yıl önce karşılaşmıştık, tam kırk yıl önce burada denize giriyorduk, yirmi beş yıldır seni görmemiştim “ kelimeleri dilime düşmeye başladı.
Nazım “ Ben İçerdeyken “ şiirinde şöyle diyor;
Ben içeri düştüğümden beri, güneşin etrafında on kere döndü dünya
Ona sorarsanız: "Lâfı bile edilmez, mikroskobik bir zaman."
Bana sorarsanız: "On senesi ömrümün."
Bir kurşun kalemim vardı, ben içeri düştüğüm sene
Bir haftada yaza yaza tükeniverdi
Ona sorarsanız: "Bütün bir hayat."
Bana sorarsanız: "Adam sen de, bir-iki hafta."
Ben ana rahmine düştüğümden beri güneşin etrafında kırk beş kere döndü dünya, milyonlarca yıllık evren ömrü bilinmezinde belki bir an değil, ama belki benim ömrümün son günleri…
Gelinen noktada ömrüm herkes gibi gündelik telaşlar içinde geçiyor, çocukluğumda beni delicesine mutlu eden hiç bir şey artık o derece beni etkilemiyor. Belki masumiyet gitti, belki yozlaştık, belki kalbimiz katılaştı sanırım yirmi birinci yüzyıl mekanikte ileri gittikçe bizde mekanikleştik hatta internet ve sanal dünya ile beraber içimiz boşalmış sanal bir hal aldık.
Mesela ufakken su, simit satıp cebime koyduğum paranın mutluluğuyla eve dönerken hayalini kurduğum para şimdi ticaretimden elektronik sinyalle hesabıma düşüyor ve yine oradan harcamalara gidiyor ama o ufak ellerimle saydığım, elimle cebimde sımsıkı tuttuğum paranın hazzını vermiyor.
Ben muz yemek için yılbaşını beklerken şimdi muz dolapta çürüyor çocuğum yüzüne bakmıyor, muz da bana eski tadı vermiyor.
Çeyrek bilet alıp günlerce hayal kurarak yılbaşını bekler çıkan amortiye sevinirken, şimdi piyango bileti almıyorum belki de insanların her şeyini çalan yağmacı sürüsü son olarak oraya da hile katarak insanların dokunulmaması gereken umutlarını da çaldı diyedir.
Eurovision’u heyecanla beklerdik, hangi ülke bize kaç puan verecek , “ yaşasın kardeş Azerbaycan tam puan verdi, ya bu İngilizler zaten bize düşman puan vermez, ulan Almanya sana yıllarca işçilik yaptık verdiğin puana bak.“ sebebini bilmiyorum ama artık Eurovision’a katılmıyoruz sanırım. Gerçi benim için Eurovision, amatör ruhla yapılan yarışmaya profesyonel şarkıcı yollayıp kazandığımız gün bitti, şu ülkede bu ülkede yapmıştı bunu desinler ama biz bunu yapmamalıydık.
Benim tuttuğum takımın çubuklu formasına, şeytanına, Deli Nezihi’sine, maçtan sonra ağlayan futbolcusuna aşıktım ben, soluk gazete küpürleri biriktirirdim. Modacıların yaptığı formalar cezbetmiyor beni, para için oynayan futbolcudan, akşam televizyondaki kabzımal kılıklı yorumcudan tiksindim nefret ediyorum.
Birde eskilerde kalan ar, sevgi, arkadaşlık, dostluk, vefa ve minnet sahibi insanlarını özledim ülkemin çünkü ben bu vasıfları taşıyan insanlar gördüm tanıdım .
Safiye Erol Ciğerdelen’de ne güzel demiş;
"Ben vatanımda, bir sini kenarına ibadet eder gibi diz çöküp ekmeğini besmeleyle soğan salatasına banan insanlar gördüm.
Sağlıcakla …