Tüm dünyadaki evrensel değerlere göre özellikle de sol ideolojide işçi emek ve hakları kutsaldır. İşçilerin örgütlenip haklarını sendikalar aracılığıyla aramaları oldukça önemlidir. Gerçi çoğu sendikanın rengi sarıya çalsa da yine de birer hak arama platformlarıdır ve varlıkları önemlidir .
Dolayısıyla işçi emekçi haklarını savunmak en azından vicdani bir sorumluluktur.
Ülkemizde bir de işverenler var bunların hepsini büyük şirket ya da holding olarak değerlendirmek yanlış olur. Sanılanın aksine ülke genelinde en büyük istihdamı holdingler değil ufak esnaf ve kobiler ( küçük-orta boy işletmeler ) sağlar .
Bu küçük ve orta boy işletmelerin sahipleri büyük sermaye sahipleri değildirler. Bunların bir çoğu ya hizmet sektöründe ya ufak çapta üretici firma ya da büyük sanayiye ara üretim yapan firmalardır.
Bu firmalar devletten büyük teşvikler, vergi afları gibi imtiyazlar görmezler. Patron diye adlandırdığımız sınıf burada ya kasa başında, ya önlüğü üstünde tezgahın arkasında ya da tulumuyla imalatta çalışmaktadır. Büyümesini tamamlayamayan bu ticari kuruluşlar da hem büyüme hemde varlıklarını idame kaygısıyla işveren sürekli çalışmak zorundadır. Kışın Alpler’e yazında Karayipler’e pek sık gitmez. Biriken parası varsa ya işine yatırır ya da Türk bankalarında mevduat olarak tutar.
Örneğin İsviçre’ye parasını kaçırmaz, zaten tezgahını bırakıp gidemez.
Ufak esnaf ve KOBİ’lerin elektrik, su ve doğalgaz parasını ödememek gibi bir lüksleri yoktur ay sonunda hepsi kesilebilir. Yine bu işletmelerin vergi ve SGK ödemelerini de aksatma şansı yoktur; borç beş bin lirayı geçerse hiç bir kamu ihalesine giremez, kamudan alacağını alamaz ve bu borçlar üç-dört ay gecikirse banka hesaplarına el konur ticari faaliyetleri biter, büyük kuruluşlar gibi ticari faaliyetini yürütebileceği hem başka şirketi hem de başka işyeri yoktur.
Bu işletmeler ekonominin adeta cansuyudur ve piyasalarda sıcak para akışını sağlarlar.
İşletme sahibi işçinin SGK’sını hiç ödemese dahi işçi emeklilik ve sağlık imkanlarından eksiksiz faydalanır, ama işveren bir ay bağ-kur’unu ödemezse hem emeklilikten faydalanamaz hem de hastane kapısından geri döner.
Mesela işçi işten ayrılırsa devlet on aya kadar işsizlik maaşı verir ve onu işçi bulma kurumuna yönlendirerek iş aramasına yardımcı olur, işverenin böyle hakları yok denecek kadar azdır.
İşveren iflas eder ya da işyerini borçlu kapatmak zorunda kalırsa peşine icra arabaları düşer, sonra bankalar hücum eder, ticareten sicili bozulur yıllarca yeni bir iş kuramaz, bankalarla çalışamaz, emekli olamaz.
Çoğu işverenden ve kendim iş yaptığım zamanlardan bilirim ki işçinin haftalığını aylığını verip eve cep boş gidilir. Eve arabaya yatırım yapılmaz işyerine yapılır çünkü hayat ordan idame ettirilir.
Bir işveren iflas ettiği zaman hiç bir devlet kurumu onu çağırıp sen on yıldır yirmi yıldır devlete şu kadar vergi verdin bu kadar istihdam sağladın al sana da bir yıl şu kadar maaş demez, sana yeni bir işyeri nasıl kurarız demez. Aksine akbaba gibi elindeki avucundakine üşüşülür, hatta mirası varsa ona bile haciz konulur.
Değerli okuyucular “ işçinin alnından ter damlar “ lafı el hak doğrudur, yanlız bazen patronun “alnından terle karışık kan damlar “ .
Sağlıcakla…