Havalar sıcak. Ortalık yanıyor. İnsan olarak yanıyoruz ya bir de sokakta ve doğada yaşayan canlılarımızı düşünelim. Kimbilir onlar bu anormal hava koşullarında ne yapıyor.
Mahalle ve sokağımızdaki kedinin köpeğin halini az çok görürüz de o hal içinde ne hissettiklerini, ne yaşadıklarını anlamazdan geliriz.
Dünyaya giriş yapan ozon kontrolsüz güneş ışınları, her yıl Yaz dediğimiz şu mevsimin şu bir kaç ayında sadece insanı, sadece hayvanı değil doğayı da yakıp geçiyor.
Ormanlar alev alev. Yeşilin milliyeti yok, olmazda. Hangi ülkede olursa olsun yeşil yeşildir ve yanarak yok olan her ağaç bulunduğu ülkesinden, şehrinden çok dünya için bir kayıptır.
Yanan, yakılan, kesilen ya da kuruyarak yok olan ağaçların yerine dikilen fidanların kaybedilenlerin durumuna gelmesi nerden bakarsanız bakın en az 50 yıl. Bu da yarım asır demek.
Yani bugün yakılan, bugün kesilen bir ağacın yerine dikilecek fidanın gerçek bir ağaç olmasına giden yolun yıllar içinde ki mesafesi en az 50 yıl. Kısa zamanda gelişip büyüyen kavak ve benzeri ağaçlardan söz etmiyorum tabi ki.
İnsanoğlunun haris yapısı yüzünden dünya hızla çölleşiyor. Bu arada gezegeni paylaştığımız doğada ki canlıların nesillerinin hızla tükenişi de işin cabası.
İnsanoğlu doyumsuz. ‘Biz’ demekten yoksun, kendini Ben’e kilitlemiş dünyanın en tehlikeli ve bencil varlığı. Dünya içinde yaşayan bir birey olmasına rağmen, dünyanın kendi etrafında döndüğünü sanacak kadar megaloman ve her türlü kötülüğü yapacak kadar da tehlikeli bir canlı türü.
Kendi neslini acımasızca boğazlayan bir canlıdan yeşile ve hayvana iyi niyetli yaklaşım beklenebilir mi? İşte bu yüzden adıma insan dendiği için utanıyorum. ‘Ben insan değilim’ desem bu defada yanlış anlaşılacağımı biliyorum. İyi si mi susuyorum.
Dışarıda sıcak bir hava var. Aynı dışarıda; aşırı sıcağın etkilediği kediler, köpekler, kuşlar ve daha pek çokçası var.
En büyük dertleri bizim gibi yanıp kavrulmalarının yanında açlık ve susuzluk. Bir çoğu bulup içemediği su, yiyemediği bir lokma ekmek nedeniyle telef oluyor.
Allah’tan az sayıda da olsa sahibi oldukları ‘İnsan’ kimliğini onuruyla taşıyan az sayıda insan var. Bunların bir çoğuna da ‘Hayvansever’ diyoruz. Onlar sayesinde sokak dostlarımız içecek su, yiyecek ekmek bulabiliyor.
Karnı doyurulan, susuzluğu giderilen bir kedinin, bir köpeğin, bir kuşun mutluluğu hiçbir şeye değişilmez. Onlar afiyetle verilenleri tüketirken, sizlerde sevabın en büyüğünü yazdırıyorsunuz amel defterinize. Yani o yaptığınız karşılıksız kalmıyor.
Öldüğünüzde gideceğiniz o yerde o kediye, o köpeğe ya da balkonunuza, pencerenize gelmiş bir kuşa sunduğunuz ekmek ve su orada sizin pek çok günahınızın silinmesine vesile oluyor.
Farz edin ki böyle bir şey yok. Böyle zamanlarda doyurduğunuz, doyuracağınız her canlının gözlerinde ki teşekkür manalı o mutluluk dolu bakışı sizi de mutlu etmez mi sanıyorsunuz?
Hadi bugün önce havaya bakalım. Kavrulduğumuzu hissedelim. Sonra kapımızın önünden geçmekte olan açlığın ve susuzluğun yorduğu, bitap düşürdüğü bir kediye, bir köpeğe evimizin mutfağında artmış yemeklerimizin bir bölümünü verelim. Yanına bir de yoğurt kabı içinde su verelim.
Bakın nasıl mutlu olacaksınız. Olacaksınız çünkü o anda ‘İnsan’ olduğunuzu hatırlayacaksınız. Üstün varlık olduğunuz gerçeği ile yüzleşeceksiniz. Başka canlılar karşısında üstün olmak onları öldürmek, onlara zarar vermek değildir.
Onlara yardım eli uzattığınız, onların açlığına, susuzluğuna çözüm olduğunuzda siz insansınız. İşte o zaman üstün ırksınız. İşte o zaman siz gerçek bir insanoğluinsansınız.
Eğer siz böyle bir varlık değil, bunları yapmak bir yana, düşünmekten dahi uzaksanız ben aşağıya noktalı bir alan bırakıyorum. Lütfen orayı doldurarak yazıyı siz tamamlayınız
………….
Kalbi teşekkürlerimle.