Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken... Ben bağda üzüm bekler, derede odun yükler iken, bir varmış bir yokmuş...
Masalın yalanı mı olurmuş. O yalan bu yalan, fili yuttu bir yılan... Bu da mı yalan? derken; sabahleyin erken, keçiler koyunları tıraş ederken, tahta kurusu saz çalar, sıçan cirit atar iken, çıkmış bir adam ortaya... En sonunda açmış ağzını yummuş gözünü. Bir laf etmiş, bir laf etmiş... Bakalım ne laflar etmiş...
Kral kentin gürültüsü girmesin diye pencereyi kapatmış, sonra vazgeçmiş daha iyi olacağına karar verip tekrar açmış. Eğer halk o odadan çıkan saçma sapan vaatleri yemin billah anlatılanları duyarsa kendisi için çok daha yararlı olacağına kanaat etmiş. Halktan yeni kral istiyoruz sesleri yükselse de, kral benim benden başka kral yok dese de gidişat yeni bir kralın geleceğini işaret ediyormuş.
Masal bu ya; Saray sisler arasına saklanmış gizemli bir yapıya dönüşmüştü. Kilerlerine ve mahzenlerine cin bakışlı özel yetiştirilmiş koruyucuları sıra sıra dizilmişti. Korkaklar kendileri için karanlık günlerin yakın olduğunu bildiğinden güney doğu bataklığına doğru gidecek olan kağnılara sadece gidiş bileti almak için kuyruklara girmişlerdi. Mayalı baldan yapılmış içkiler şişelere, kımızlar fıçılara doldurulmuştu, bıçaklar kınından çekilmiş deriler yağlanmıştı, kurtların başı ulurken ağzından dumanlar çıkarıyordu. Belki de sarayın sislere gömülmesi ve hayal meyal görülmesinin nedeni ortakların arasın da ki anlaşma 7.9 derecesinde bir sarsıntı geçirerek derin çatlaklar oluşturmuş olasılığı içinde gizliden ayrılık çanlarının çalması olarak algı yapmış olabilirdi..
Uzaklardan gelen yoksulluğun çığlıkları arttıkça kralın sarayının temelinde büyük sallantılara sebep oluyor, kuş sütünün eksik olmadığı masaların etrafında yağcı akbaba sürüleri artıkların üzerinde son turlarını atıyor, sarayın kuleleri sislere rağmen, kara bulutların sarayın üstünde dolaşmasını kimse görmesin diye ışıl ışıl yanıyordu…
İllet bir hastalık bütün dünyayı sarmış kralın ülkesinde bile sayısız ölümlere sebep olmuş ekonomisini alt üst etmişti ama kral halkının yoksulluğunu göz ardı edip 150 ülkeye yardım ettik diye fetvalar veriyordu. Bu illet hastalığı önlemek için maskeleri bile dağıtamayan bir örgüte sahipti ve geçen zaman içinde illet hastalığın panzehrini bulan ülkelerle temasa geçtik bilmem kaç panzehir siparişi verdik yakın da ülkemin halkına panzehir vereceğiz dese de hala panzehir alımından ses seda çıkmaması halk arasın da homurdanmalara sebep olmaktaydı.
Ülke de yasaklar yasaklara eklenirken, yoksulluk kuyrukları uzadıkça uzuyordu, kral oyunun sonuna geldiğini anlamış olacak ki, daha önceden yapılması gereken önlemleri son bir gayret ile hazine kazanının dibini sıyırarak sadaka bile denemeyecek yardım paketlerini utanmadan benim halkım dediği topluma verir gibi yapması da, şah değil mat olduğunun bir kanıtıydı…
Yüzlerce yeniçerisinin arasından "ekmek bulamıyoruz" diyen adama çay paketi fırlatışını izlemeyen kalmamışken, geçen gün halk muhalefetinin mecliste konuşan sözcüsü "evine ancak ekmek götüren adam aç" derken, kraldan çok kralcı olan biri de "ekmek yemişse toktur" demesin de yanlış aramak hatadır, çünkü ön tekerler nereye çekerse arka tekerlek oraya gider…
Bu masalda bura da biter…
Orda ne var dediler, bir köy kurmuş keçiler, kurt köye muhtar olmuş, elini veren kolunu almış, diken verenin gülünü almış, damla verenin selini almış, kovan kovan balını almış, bir kurtmuş ki sormayın talkını vermiş ele salkımı almış kendine, ne bağ kalmış ne bahçe… Herkes biner tahtaravalliye de kim erer kerevetine bilinmez…
Bir başka masalda buluşmak üzere, sağ gözün sol göze faydası yok derler, biz yine de maske, mesafe ve temizliğe dikkat edelim dostlar…